Abant Airfest

Valla ne diyim, anlatılmaz yaşanır … kaçıranlara geçmiş olsun diyor bi
dahaki sefere inşallah diyorum.
Buhak’lı arkadaşlara bütün güçlüklere rağmen bu kadar güzel bi organizasyon
yaptıkları için çok teşekkür ediyorum. Güvenlik açısından da gayet
yeterliydi organizasyon, gerçi helikopter-ambulans yoktu ama dolmuş-ambulans
da gayet yeterliydi :)
Bu arada kaza raporlarını da alırsak sanırım herkes için yararlı dersler
çıkacaktır.

Kısaca faaliyeti özetlemek gerekirse, biz zaten cuma akşamından katılabildik
organizasyona. Sabaha karşı varınca milleti bulmaya kasmadan yaylada çadır
atıp yattık. C.tesi sabahı 700 kalkışında grupla buluştuk. Şansımıza hava da
gayet güzeldi. Termik bulutlu, 2700mt bulut tabanlı, arasan bulunmaz bi
hava. Etrafta biraz dolanıp milletle beraber bulut altı yaptıktan sonra,
herzamanki gibi sona kalan kağan da yanımıza bulut tabanına gelince, Turkun,
Kagan ve ben hadi gidelim dedik ve Bolu yönüne uzadık. Oranın enteresan bi
bulut tabanı yapısı var, vericinin oradan sonra bulut tabanı düşüyor ve siz
ilerledikçe bulutların yanından, arasından ve hatta üstünden geçiyosunuz. Bu
manzaranın güzelliğiyle büyülenmiş bi şekilde ilerlerken, alçalan bulut
tabanının size yerden daha az yükseklik anlamına geleceğini hiç
düşünmüyosunuz bile … Bu şekilde irtifayı bol keseden harcadıktan sonra,
artık bi sonraki termiği arama zamanı geldiğinde, bir de baktık ki vadi
rüzgarı etkisini göstermeye başlamış ve artık kafa rüzgarına kalmışız. Hem
daha fazla irtifa almak çok zor olduğu hem de bu kafa rüzgarında daha fazla
debelenmekle 1-2 km’den fazla bişi kazanamayacağımızı bildiğimizden, hadi
bari geri dönelim out&return tarzı bişi yapmış oluruz diyerek, izzet baysal
üniversitesini görmeye başladığımız yerden geri döndük. Dönüş yolunda çok
tırmaladık, termikler çok zayıf ve bölük pörçüktü, bi vuruyo kayboluyo
filan. Türkün “ben bulanıyom” dedi, evelki akşam yedikleri daha fazla içerde
kalmak istememişler bi şekilde. Türkün uygun bi inişe giderken tepesinden
takip ettik. Bu arada sıfırları dönüyoruz kağanla, bi ara ben üzerinde
debelendiğimiz ormandan sıkılıp “kesin şu tepede termik vardır” diyerek
kalan irtifamı o tepeye ulaşmak için kullanmaya karar verdim ve speedle
uzadım. Yolda rastladığım -7’lik sink’ler bana bu kararın ne kadar mantıklı
olduğunu anlatıyodu ama artık geri de dönemem, kascaz bişekilde .. sonunda o
tepenin ancak eteklerine ulaşabildim, ve gerçektende bişiler kaynıyodu orada
ama tamamen lee side (rüzgar altı) tarafta kaldığından çok türbülanslı bi
bölgeydi, termiğe sarıldınız, sarıldınız … düşer düşmez mekanik türbülans
hoşgeldin diyiveriyodu zaten. Bi 15-20 dakka orada debelenip yola yakın bi
yere süzülecek kadar irtifayı kurtardıktan sonra bitsin bu çile deyip inişe
yöneldim. Bu sırada kağan benim zavallı halimi görüp “sıfır mıfır, -7’den
iyidir” deyip orada beklemiş, yoldaki ufak tefek termikleri değerlendirip
benim tepenin üzerine geldiğinde +6’ları bulmuş tabii. Sonuçta bi tek kağan
geri dönmeyi başarıp top landing yaptı, orada bıraktığımız arabayı alıp
gelip turkunle beni topladı.
Günün geri kalanı yaylada geçti, orada da hava gayet güzeldi, 170’lik
tepeden havalanıp saatlerce dolaştı herkes. Akşam hasta ziyareti ve
üniversite yurdunda zorla paten giydirilen zavallıları seyir ile geçti.
Pazar günü de, bütün günü yaylada 170 ve 60’lık tepelerde oynaşarak,
ineklerle futbol oynayarak filan akşamı ettik. Hatta haçan ile mandakasa’nın
birer güzel fotoğrafı bilem var.

Pamukkale – Denizli XC

Bu haftasonu, Denizli’den Denhavk’ın çağrısına kulak verip Çardak yollarına
düştük.

İlk hatamız geç kalmak suretiyle trende yer bulamamak oldu. Daha sonra
otobüslerde de yer bulmakta zorlanarak, Kamil Koç şirketindeki son 2 yeri
kaparak kağan’la acılı yolculuğumuzun kaderini bağlamış olduk.
Cuma akşamı otobüse bagajımızı verirken, “biz Çardak’ta inicez, ona göre
koyun isterseniz” dediğimiz muavin bize garip garip bakarak, “iyi de biz
Çardak’tan geçmiyoruz ki” deyince hemen anlamalı ve vazgeçmeliydik ama devam
ettik: “ee nereden gidiyo bu otobüs peki ?” …. muavin: “izmir üzerinden
abi” …. haydaaa sıççç yani … Neyse biz yine “e biraz uzar o kadar” canım
diyip büyük bi umursamazlıkla otobüse bindik. 8:30’da otogardan kalkan
otobüs 11:30’da harem’e varmayı başardı. Ve bu daha sadece başlangıçtı ..
Yola elini kornadan çekmeyen bir yarış şöförü, ve izmir dolaylarında
uyuklamaya başlayan bir yardımcı şöför ile devam ettik. Ben ne zaman ani bi
fren ile irkilerek gözümü açsam, kağanın saatlerdir (korkudan) uyuyamamak
yüzünden çatlamış, faltaşı gibi bakan gözleriyle karşılaşıyodum. Hey allaam
yaa ne günah işledik ki … Neyse, biz ertesi gün 11 civarı denizliye
yaklaşırken gökyüzünde bulut caddelerinin ilk öncüleri belirmeye başlamıştı
bile. Oysa bizim otogardan çardak minibüsüyle ekibe katılmamız saat 1’i
bulacaktı. Bütün bu paragrafı niye mi yazdım, geride kalanlara ders olsun,
denizli yollarında başka canlar yanmasın diye .. aman diyim ..

Sonunda Çardak’a vardığımızda, organizasyonu düzenleyen Hakim ve Isa bizi
karşılayarak yol yorgunluğumuzu biraz olsun aldılar. Cumartesi günü hava
şartları kalkışa uygun olmadığı için yer çalışması, düğün yemeği,
take-off’ta parawaiting ve maç kutlamaları gibi aktiviteler ile geçti.
Bu arada güzel bir organizasyon gerçekleştirip büyük bir özveriyle bizleri
davet eden ve çok güzel ağırlayan Hakim, Isa ve diğer emeği geçenlere
çok teşekkürler.

Pazar günü erkenden Çökelez take-off’taydık. Ufukta honaz ve diğer yüksek
tepeler üzerinde oluşmaya başlayan 3000+ tabanlı bulutlar günün güzel
gelişeceğine işaret ediyodu. Hakim rüzgar kuzeyli olduğundan ensemizi
yalayan rüzgara aldırmadan, tepenin ısınmasını ve termik çevrimlerinin
başlamasını beklemeye başladık. Niyetimiz, önden kalkan bir termiğe binip
yükselerek Köyceğiz’e uzamaktı .. Evet yanlış okumadınız, 2 günlük sıkı bi
hazırlık süresince hava ve rüzgar tahminleri, haritalar, muhtemel rotalar
herşey hazırdı. İlk planımız, Çardaktan Honaz’a atlayıp, oradan da
Gölgeli dağları takiben köyceğiz civarlarına kadar gitmekti. 100+ km’lik bu
planın ilk aşaması olan take-off safhasının o kadar da kolay
olmayabileceğini düşünmemiştik doğrusu !
Neyse, biz havanın pişmesini beklerken kalkış yerinden ilk termik havalandı.
Biz de hemen hazırlanmaya başladık. Ama biz daha hazırlığımızı bitirmeden,
yaklaşık 1 uzun dakika süren ikinci termik de bizi beklemeden kalktı gitti.
Biz artık kalkışa hazır olduğumuzda artık çökelezin tepesinde bizi gölge
içinde bırakan kocaman bir bulut oluşmuştu bile. Tabii bu gölge yüzünden
tepenin temik aktivitesi azalmış ve biz yine hakim kuzey rüzgarıyla başbaşa
kalmıştık. Bu noktada bir uğursuzluktan söz etmemiz mümkün değil … hayır
hayır kesinlikle değil … neredeyse birbirimizi görmemizi engelleyecek
kadar yoğun, kanadın üzerine silme doluşmuş, hatta ağzımıza yüzümüze ve
kulaamıza kaçmakta ısrar eden, milyarlarca uğur böceğinin içinde herhangi
bir uğursuzluktan söz etmek mümkün değil maalesef. Ben içinde bulunduğumuz
bu salak durumu, denizlili elemanların da aynı ankaralı arkadaşlar gibi,
yerel rekorlarının selahiyeti için bizleri mahsus yanlış tepeye
getirmelerine bağlamayı çok isterdim … meğer ki çökelez diye tutturan biz
olmayaydık :)
Rüzgarın bi anlık kesilmesiyle kendini bastırıcının kucağına atarak
havalanmayı başaran Isa, Erdem ve Murat’ın ardından, ters kalkış yapmakta
ısrar eden kağan ve ben, bizlere bıkmadan yardım eden Akın ve Barış’a
eğlenceli anlar yaşattık herhalde. Hele de benim bi an düzgün esen rüzgarı
kaçırmamak için kanadı tepeye çekmemle “dust deviiil” bağırışıyla indirmeye
çalışmam görülmeye değer bi panikti .. Böcek ve sıcak içinde geçen
dakikalardan sonra daha fazla kasmasak diyerek kalkmaktan vazgeçtiğimiz
dakikada, Isa’dan, pamukkaleden güzel uçulduğu haberini de alarak,
“böcüklerin cehennemi” filmini yarıda bırakarak çökelezi terkettik.

Dinamite vardığımızda, yine termik çevrimlerinin yardımıyla kalkış yapan
arkadaşları gördük. İçi “Uç uç böceği” dolu olan kanatlarımızı yeniden açtık
ve acılı başlayan bir haftasonunu hezimetle bitirmemiş olmak için bi düz
uçuşa razı bir şekilde hazırlanmaya başladık, Ben uçuş tulumumu giymesem, şu
gps’i almasam diye düşünürken kağan da bıkkın bi şekilde beni seyretmek
amacıyla bekliyordu. Neyse ben zaten çökelez’de “full kombat” hazırlanmış
olduğum için, konfigürasyonumu bozmadan o halimle havalandım. Kalkıştan
hemen sonra hiçibişi bulamayarak çökünce inişe doğru gitmeye başladım. Yolda
bulduğum zayıf termiği de ayıp olmasın diye döneyim dedim. Beni çok
yükseltmese de kalkışın önüne geri taşıyan bu termikten sonra sol tarafta
biraz daha irtifa alarak dinamitin üzerine çıkmayı başardım. Bir süre
oralarda irtifamı koruduğumu gören kağan da hazırlanmaya başladı. Kağan ve
Erdem havalandıkları sırada ben kalkış + 1000mt olan irtifamı -6m/s ile
yemekle meşguldüm. Dinamitin az önünde Kağanlar 100 mt önümden roket gibi
yükselince aradığım termiğin nerede olduğunu anlayarak onlara katıldım. Kısa
süre sonra kağanla 180 derece karşılıklı kulak-kulağa termik dönüyoduk,
birbirimizle bağırarak konuşacak kadar yakın termik dönmenin verdiği keyifle
bağıra çağıra bi süre yükseldik. Bu sırada sonradan Erdem olduğunu
öğreneceğim pembe bir atlas da inatla bizi takip ediyodu.
Kalkışın 1000-1200mt üzerindeki inversiyonu bir türlü geçemiyorduk.
Termikler stop ediyor ve bizi inanılmaz vahşi bir türbülansın içine
bırakıyordu. Bizi bulut tabanına taşıyabilecek güçlü bir termiğin
inversiyonu delmesini beklerken hemen önümde kağanın kanadı bi anda sağa
sola saldırdı ve kağanın elleri bi yana ayakları bi yana savrulurken
harnesinin yan cebinden bişeylerin puhh diye fırladığını gördüm. Daha önce
kağanın yerdeki çantasından pantalonunu alan o güçlü termik bu seferde
yan cebinden haritaları çalmıştı !! Bizi nihayet inversiyonun üzerine
çıkaran bu güçlü temikte kağanın haritalarıyla birlikte dönmek çok eğlenceli
oldu, hatta kağan bi ara bi 8 atarak dönüş yönünü değiştirip ters yönde
dönerek gelen haritaları tekrar havada yakalamaya çalıştıysa da olmadı,
az daha başarıyodu ama :)
Biz bulut tabanına yükselirken yaklaşık 40 km esen hakim rüzgar ile zaten
artık pamukkaleye geri dönemeyecek kadar sürüklenmiştik. Hazır 3000
metrelerdeyden, yerdeki Alparslan, Isa ve Can Gül’ün de verdiği gazla
pamukkaleye arkamızı döndük ve yaklaşık 70 km/h lik yer hızımızla denizliye
doğru yaklaşmaya başladık. Bu arada son ana kadar bizi yalnız bırakmayarak
“takım ruhu özel ödülü”ne layık gördüğümüz Erdem de pamukkale yolunda
biryerlere salimen indi.
O gün uçuş hayatımda ilk defa bir büyük şehrin tam üzerinden boydan boya
geçme fırsatını buldum. Gerçekten heyecan verici bir deneyim oldu, Bi yandan
bi terslik anında inebileceğimiz boş alanları kollarken (genellikle futbol
sahaları) diğer yandan manzaranın keyfini çıkardık.
O anki yeni hedefimiz Denizlinin sırtını dayadığı Karcı dağını aşıp arkaya
Tavas’a doğru uzamak idi. Bu arada bu Karcı dağının tepesindeki verici,
haritalarda ’97 WAG için belirlenmiş 3. turnpoint olarak görülüyor.
Kağanla aklımızdan geçen plan, kalan irtifamızla Karcı dağına saldırmak,
bulut tabanına çıkabilirsek Tavas’a geçmek, olmazsa tepenin eteklerindeki
güzel boş alanlara salimen inmek şeklindeydi. Netekim, tepemizdeki Cb’leşip
yağmur yağdırmaya başlayan kocaman bulut, bizi istemediğimiz bir yere
sürükleyen ve kuvvetlenen rüzgar ve kağanın alçak irtifası, bizi yukarıdan
inmek için güzel görünen o alanlara doğru yöneltti.
Bir süre sonra dehşetle bölgenin çok büyük bir askeri alan ve inmeyi
düşündüğümüz boşluğun da askeri atış talim arazisi olduğunu farkettik. Tek
kaçış yönü rüzgara karşıydı ve biz full speed sadece 10 km’lik bi yer
hızıyla ilerliyorduk. Kağan’ın askeri alanın dışına yetişebileceğinden
askerler de şüphelenmiş olacaklar ki, yerde bi hareketlenme oldu ve tarihte
2. defa kağanı etkisiz hale getirmek amacıyla bi manga asker yola çıktı.
Sonuçta son anda askeri alanın hemen dışına inmeyi başardık. Uçarken inatla
kanattan dökülmemeyi başaran son uğur böceklerini de silkeledikten sonra
toparlanarak şehre döndük.

Böylece bir haftayı daha XC’siz kapatmamış olmanın verdiği mutlulukla dönüşe
geçtik. Bizi denizli’de yalnız bırakmayan Isa, Banu, Hakim, Emin, Alparslan
ve diğer tüm arkadaşlara buradan tekrar çook teşekkürler.

Babadağ – Kalkan XC

Geçen haftasonu ölüdenizdeydik, niyetimiz kurtarma botlu, can yelekli,
aşağıdan telsizli bi siv yapmaktı ama olmadı maalesef. Onun yerine hazır
gitmişken boş durmayalım diyerek flat spin ve stall hariç diğer siv’leri
kendi başımıza tekrarladık.

Cuma ve C.tesiyi bu şekilde geçirdikten sonra pazar günü rodrigez
bros.’larla beraber kendimizi 1900 kalkışının üzerinde 2600 mt’de bulduk.
Rodrigez’ler termikte çıkıp çıkıp yanımızdan döne döne aşağıya iniyor sonra
yine çıkıyolardı. Emre yeni kanadına alışmaya çalışırken, Ömer ve Mustafa
kelebeklere doğru gidip gidip geliyolardı. Bu arada her 3 gün de mendos’un
arkası, çal dağı, eşen ovasının kuzeyi ve akdağlar üzerinde Cb’ler
oluşuyordu.

Pazar günü 2700 mt civarına yükselen bulut tabanı ve eşen ovasının üzerinde
oluşan bulut caddelerinin gazıyla biz akçalar bros. olarak bi halt yedik ..
2600 mt’de bana katılan kağan ile babadağa arkamızı dönerek gemileri yaktık.
Bu sırada hornet sp’yi test için alan yiğit ve yeni hornet’ine alışmaya
çalışan emre bütün ısrarlarımıza ve gelmezlerse üzüleceklerini uyarmamıza
rağmen bizimle gelmediler.

Dağdan ayrıldıktan sonra uzun bir süre termik bulamadık. yaklaşık 1500 mt
irtifa yiyerek eşen ovasının başladığı tepelere ancak yetiştik. 7/8 bulut
oranı olduğundan yerden termik kaynağı bulmak zor oluyordu, bi yandan “keep
on the sunny side, always on the sunny side” şarkısını endişeyle
mırıldanırken diğer yandan aşağıda güneş gören bi tepe/sırt bulabilmek için
debeleniyoduk. Endişeli geçen birkaç dakikalık arayıştan sonra bizi yine
bulut tabanına taşıyan zayıf termikleri bulunca biraz rahatladık. Zaten
belli bi irtifadan sonra bulut termiğine girince ondan sonrası çok kolay
oldu. Bi ara tepemizdeki bulut bizi +6 varioyla çekince biraz endişelenmedik
diil tabi ama buluta girmeden hemen uzadık oradan. Eşen ovasının üzerinde
oluşan bulutları takip ederek karşı tarafa1500-2000 mt irtifa ile yaklaştık.
Sağ önümüzde Kalkan ve sol önümüzde Dumanlı dağları vardı. O anki irtifamız
Kalkan’a direkt süzülmeye yeter gibi görünüyordu ama yolda eşen ovasının
meşhur sea-breeze (deniz meltemi) ile karşılaşma ve oracıkta zıçma ihtimali
vardı. Diğer yandan ise Dumanlı dağlarına yamanıp yamaçtan yamaçtan Kalkan’a
gitmeye çalışmak daha mantıklı görünüyordu ama beni tek endişelendiren
etrafta o kadar bulut varken Dumanlı dağının tepesinin masmavi olmasıydı.
Kağanla telsizden bu konuyu biraz yorduktan sonra kendimizi Dumanlı’nın
eteklerinde bulduk. Bulunduğumuz bölge hala gölgede olduğu için temik
aktivitesi çok zayıftı, ayrıca alçalan irtifada kendini hissettirmeye
başlayan vadi rüzgarı, lee-side (rüzgar arkası) termikleri çok türbülanslı
hale getiriyodu.

Orada kritik bi karar vermem gerekti: çalıştığına (termik olduğuna)
inandığım bi bölgeye süzülmem gerekiyodu ama ya olmaz da bulamazsam çok kötü
biyerlere mecburi iniş yapmak zorunda kalabilir ve hala yürüyo olabilirdim.
İçimdeki şeytan “git abi orda termikler bak bütün kuşlar filan orda
yükseliyo işte daha ne bekliyosun hazır irtifan varken gitsene salaaak” diye
bağırırken diğer yandan melek rolundeki kağan “abi gitme bak valla sıçarsın,
inersin dağa taşa, başına bişi gelse kimse kurtaramaz seni, 3 gün yürürsün
de yine dönemezsin, dağ orda duruyo başka zaman gideriz, gitmeee” diye
beynimi yıkıyodu. Zaten abuk subuk termiklerle boğuştuğum acaip türbülanslı
bi noktada “gitmeeee, giiitmeeee” diye bi türlü susmayan telsizimin
dağıttığı konsantrasyonumun neticesine bi de tereddüt eklenince o caanım
termikli bölgeye gitmedim ve acı acı sink’meye başladım. Bu sırada Kağan son
yaklaşmasını yapmaktaydı, onun indiği yeri gördükten sonra nasıl yetişicem
allahım ben oraya diye debelenmeye başladım, kağan’ın indiği yer çok geride
kalmış, ben ise arka rüzgarla arayı baya bi açmıştım, geri dönmek
istediğimde ise beni kafa rüzgarı karşıladı. Neyse, arada bulduğum termik
parçacıklarını da kullanarak kağanın indiği yerin üzerine varmayı başardım.

Artık iniş safhasına gelmiştik. Kağan iner inmez telsizden yer rüzgarını
sorduğumda bana verdiği cevap “ne biliim ben dur bi işiyim önce patlıycam
şimdi” oldu .. kanadı yere iner inmez pergelleri fazla açmadan koşarak en
yakın ağaca varmaya çalışmasını yukardan seyretmek çok eğlenceliydi, hele de
bu işi indiği noktaya her yönden akın eden köylü çocuklar yetişmeden yapmak
zorunda olması olaya ayrı bi tat kattı valla … Sonunda lütfedip bana
yerdeki rüzgarı söyledi: batıdan hafif … buna göre ince uzun ve hafif
eğimli bi tarla olan iniş yerine yaklaşmamı ayarladım ama son yaklaşmada bi
tuhaflık var, habire yana kayıyorum .. ama bu şey demek .. anaaa hani rüzgar
batıdandı len, bal gibi güney esiyomuş, hass, son anda bi manevra, çoktan
tarlaya doluşmuş olan çocukların arasına güzel bi iniş ..

Sonuçta Kalkan’a varabileceğimiz bir havayı nasıl çarçur ettiğimizi
düşünürken, aslında şeytan melek, melek de şeytan mıydı acaba diye
düşünmeden edemedim. Aynı günün akşamı haritaları inceledikten sonra “lan
gidermişiz bee” diye ititraf eden kağan da beni dizginleyerek yediği haltı
kabul etti zaten .. Ahh bee Kalkan’a bi varsak, zaten ordan sonra Kaş
allahın emri olurdu yani .. neyse bi dahaki sefere diyelim artık ..

Bu arada haritaları incelediğimizde, Dumanlı dağının arkasından sinekçibele
bir geçiş olabileceğini gördük. Oraya kapağı bi atsak ordan aktarmalı
Antalya hayal olmayabilir, şöle bi düşününce bi gün Babadağdan kalkıp 100+
km ile antalyaya inmek fikri çok hoş geliyo kulağa, ıııınnnn ıııııınnnnn yok
mu gaza gelen ?

Ankara’nın yolları taştan …

Geçen haftanın 35km’lik gazıyla bi anda kendimizi ankara yollarında bulduk
bu haftasonu.
Saolsun arkadaşlar misafirperverlikte bir numaraydılar, elimizden tuttular,
yalnız bırakmadılar, başta evsahiplerimiz Muharrem ve Yiğit olmak üzere,
ilgilerini eksik etmeyen Kemal, Hasan, Barış, Cemar ve tüm diğer ankaralı
arkadaşlara çok teşekkürler.

İlk olarak c.tesi günü gölbaşı racon tepeye gittik. Ben uçmaya hazırlanırken
rüzgar tepeye baya bi yanlı geliyodu. Kanadı tepeye çekip düzeltirken ayağım
ankara tepelerinde bolca bulunan o melun taşlardan birine takıldı ve dengemi
kaybederek yere çöktüm, yana yatan kanada düzeltme kumandası vermeye
çalışırken ayağıma dolanan taşlar dolayısıyla bi türlü dengemi bulamadım ve
bi anda power kite haline gelen kanadım beni hızlıca yana doğru yerden
havalandırıverdi. o anda artık düzelmek için yerden güç alamayacağım için
kanada kuvvetlice bir düzeltme kumand … hass kaya geliyo lannnn (bu sefer
acıycak hayskym) … küüütttt …. evvet yandan kalça kemiği üzerine alınan
nefes kesici bir darbe sonrası düzelen kanat ve ben nihayet havadayım,
acıdan ateş saçan gözlerimle iniş yerine kısa bi ampul uçuşu sonrasında
bugüne kadar hep başkalarına yar olan anında soğuk kompres paketlerinden
birini nihayet kendim için de kullanıyor olmanın mutluluğunu (!!) yaşarken,
diğer yandan ankara XC rekorunu kırma denemesinin ilk 30 saniyesinde bütün
günümü mundar etmiş olmanın hezimetiyle izleyen dakikalarda elalemin 500-600
mt ATO yapıp ordan da alay edercesine :)) spiral ve wing-over’larla tepeye
geri dönüşlerini, tepemizde oluşan koca koca bulutları vs izlemekle yetinmek
zorunda kaldım.
Harnessimin (profeel L) yan koruması olduğu halde hem tam oturma pozisyonu
alamadığımdan hem de yerde bi süre sürüklenme olduğundan yan koruma bu
olayda işe yaramadı, yan korumanın üzerinden kaya ile direkt bir temas
gerçekleşti, çömleği çatlatıyoduk az daha. Kısaca korumaya güvenmeyin ama
korumasız kalmayın.

Bu arada bana gösterilen ilgiyi kıskanarak çok daha iyisini yapan ve bütün
ilgiyi kendine toplayan Cemar’ı da hafiften kıskanmadım değil hani :)) ..
allahtan şu soğuk kompreslerden bolca almışız da ona da yaradı bu arada

Pazar günü ise Cemar tepesine gidip şööle güzel bi parawaiting’den sonra
akşamüstü yelkeni yaptık hep beraber. Özellikle Yiğit ve Aycan’la beraber
döndüğümüz son termik gerçekten çok keyif verdi doğrusu.

Kardeşim biz alışık diiliz ööle daşlı gayalı tepelere, meret canını yakıyo
adamın ööle bööle diil yaa, neyse biz artık sıramızı savdık, ankaradaki
diğer arkadaşları da istanbula iade-i ziyarete bekliyoruz, tepelerimiz
kesinlikle taşsızdır, termiklerimiz çok güzel olmasa da soaring’imiz
eşsizdir, bekleriz efendim ..

Hakan Akçalar
Not 1: Ankara’nın tepeleri taşlı, özellikle yanlı ve boru rüzgarlarda
sevimsiz
Not 2: Akşam yemeğine Tabbak’a gitmeyin
Not 3: Ankara’nın termikleri çok güzel, geniş, rahat ve her yerde .. Ah
bizde öyle termikler olcakti kii .. tesis yok oolm tesis ..
Not 4: Tabbak’a giderseniz Bahar’ı yanınıza alın, elemanları çok güzel
tepeliyo ..
Not 5: Bizi özellikle rüzgarın yan geldiği taşlı tepelere götürerek
cansiperane bi şekilde rekorlarını koruyan ankaralı arkadaşlar, size diyom,
biz dahaki sefere bu kadar ucuz kurtulamazsınız
Not 6: Ankara’da ulaşım problemi var, şu mancınık olayını geliştirelim diyom
ben ..
Not 7: Şu soğuk kompres olayı bayaa işe yarıyo (yani lazım oluyo maalesef)
tavsiye ederiz.
Not 8: Başkent işkembecisinin çorbası da bir başka lezzetli oluyo canım ..
mmmhh, lezizzz

Rüzgar darbesinde fren mi gaz mı ?

şimdi darbe marbe diyonuz ama o darbe nasıl bi darbe, şiddeti ne, yönü ne
onu demiyosunuz ki ?

Konuyu bi de darbe tipine göre inceleyelim:

1. Alttan vuran darbe: En sevdiğimiz darbe türü; termik başı, kıçı, balonu,
parçası vs. Şimdi bu da kendi içinde 2’ye ayrılıyo:

1a:Kanadı öne doğru attıranlar: bunlar genellikle termiğe dönüş yönünde
girdiğinizde olur, hatta çok sert olanları enseye şaplak gibi gelirler, cuma
günleri aman dikkat.. Bunlarda genellikle omuriliğiniz refleks fren koyar,
doğrudur refleksinizi olduğu gibi bırakınız, elleşmeyiniz. Hemen sonrasında
frenleri bırakarak kanada hız kazandırıp dönüşe girerek termiğe
sarılabilirsiniz, tavsiye ederim. Yalnız tepeye yakınsanız termiğin
arkasından mal gibi düşmeyin sakın aman diyim.

1b. Kanadı geriye attıranlar: Bu da genellikle termiğin dönüş yönüne
karşıdan girdiğinizde olur. Bunlarda herhangi bi fren uygulamak
isteyeceğinizi sanmıyorum, aksine biraz gaz vermek elzem netekim: “haydi
kanadım benim, atla sapla hadi koçum” şeklinde olabilir.

1c. Mega termikler: (biliyom 3 oldu, ukalalık etmeyin) Bunlarda kendinizi
reflekslerinizin kollarına bırakın, beyninizin cpu’su düşünerek hareket
etmenize yetmez nasıl olsa, kanadı ufuk çizgisinin üzerinde tutabiliyosanız
yaşarsınız, arkadaşlarınıza anlatacak güzel anılarınız olur. Hatta
kanadınızı o mega termiğin içinde tutabilirseniz çok daha güzel olur ama
sakın düşmeyin, ne yapın edin ona sıkı sıkı sarılın, zaman zaman “ben nası
bi zke sarılıyorum” diye düşünebilirsiniz, gayet normaldir, ama siz bu
düşünceleri bi kenara bırakın, o zke konsantre olun bi yerinize kaçmasın
sonra aman diyim.

2. Üstten vuran darbe: E tabii ki fren yaparsınız, çünkü hem hücum açısını
arttırıp hem de kanadın iç basıncını artırmak istersiniz (istersiniz di mi
?). Eğer türbül yeterince güçlüyse kanadı elinize verir zaten, yapacak bişi
pek yok, tepeye çakmadan kanadı açmaya bakarsınız. Genellikle bi tepe/engel
arkasındaki rotorda bulunur bu meret. Bi de termik çıkışlarında tikkat
etmeniz gerekir, mega sink olur orada, sıkı tutun(un).

3. Yandan vuran darbe: Yok artık, sağdan vuran soldan vuran diye de ayırayım
isterseniz, abartmasak da mı saklasak acaba ..

4. Tekme tokat darbeler: Genellikle inversiyon tabakasında bulunurlar.
Nereden ne geleceği belli olmaz, siz kanadı sıkı tutmaya bakın, yine
reflekslerinize güvenin, onlar size en iyi performansı sunmasa bile hayatta
kalmanızı sağlarlar, önce survive edin sonra yiyosa bi darbe geldiğinde
speed’e filan basarsınız.

Sonuç itibariyle sizin yanlış yerleşmiş dediğiniz refleksler aslında
yaşamsal refleksler olabilir, değiştirmeye çalışmadan önce bi daha düşünün
isterseniz, türbülanslı havada daha çok performans alıcam diye kanadı
elinize almayın da :)

İnönü 3 (ÇHHA)

Geçen hafta inönüdeki sertifika kontrol kursu esnasında konunun diğer
muhattaplarıyla da birebir görüşme ve konuşma imkanımız oldu. Böylece
thk’nın bu konuya nasıl baktığını ve kendi içindeki mantığını anlama fırsatı
buldum. Bu süreç içerisinde taraflar sadece ortadaki çhha konusuna bakış
açılarını birbirlerine aktarmakla yetindiler, kesinlikle sivil ve amatör
havacıları temsilen birşey konuşulmadı.
Aşağıda mümkün olduğunca yorum katmadan, objektif bir gözle anlatmaya
çalışacağım, müsait bir vaktinizde elinizde kahvenizle okuyunuz.

Kursun ilk başında Orhan hoca kendini tanıttıktan hemen sonra kursun amacını
net bi şekilde açıkladı: Pilot seviyesindeki insanları sertifikalandırıp,
ağustos-eylül’de yapılacak olan türkiye şampiyonasına katılımı arttırmak.
Hemen arkasından ise, kendileri tarafından hazırlanarak shgm’ye verilen çhha
yönetmeliğinden bahsetti. İki sene önce verilen ilk versiyonu kendilerinin
de beğenmediğini, o şekilde kabul edilmediğinin iyi olduğunu, sonradan
üzerinde çalışıp çok daha iyi bi hale getirdiklerini, 2 hafta kadar önce son
versiyonu shgm’ye gönderdiklerini ve çok yakın bi tarihte aynen yürürlüğe
gireceğine inandığını söyledi.

Böyle bir çalışmanın sebebi olarak, talebin, son zamanlarda yaşanan
(özellikle Paul’ün trike ve Fethiye’de yaşanan Tandem/single) kazalar
üzerine shgm tarafından kendilerine geldiğini söyledi. Dediğine göre shgm
böyle bir çalışmayı yapabilecek en sağlam kurum olarak thk’yı görmüş ve
thk’dan bir çhha yönetmeliği çalışması yapmasını istemiş. Shgm ayrıca,
yönetmeliğe son şeklini vermeden önce bu alandaki söz sahibi özel/tüzel
kişilikleri çağırıp bir toplantı yapacağını da söylemiş.
BU NOKTA ÖNEMLİ: çok yakın bir tarihte shgm bulabildiği kurum/kişileri böyle
bir toplantıya çağırabilir, bizler hazır mıyız ? Benim tercihim, tüm amatör
ve sivil havacıları temsilen bir-iki kişi göndermektense eğer imkan olursa
her klüp ve dernekten birer temsilcinin katılması daha doğru olur gibi
geliyor.

Orhan hoca’nın ifadesine göre, shgm, avrupa JAR sistemine geçiş ile
uğraştığı için geçen senelerde çhha ile pek uğraşamamış, ama şimdi son
kazalarla gündeme gelen çhha konusuna el atmış ve çok kısa bi sürede bu
konuda somut gelişmeler yaşanacakmış. Shgm çhha konusunda çok bilgisiz
olduğu için yp ve yk’yı diğer hava araçları kategorisinde değerlendirip
onlarla aynı kurallara tabi tutulmasını talep etmişler. Shgm’nin talepleri
arasında her çhha’na birer tescil kodu (uçakların kanadındaki TC3-QWE gibi),
çok sık airworthiness testleri vs varmış. Orhan hoca JAR’da yer alan tek
çhha’nın ultralight olduğunu, diğerlerinin JAR kapsamında yer almadığını,
dünyada çhha’ların FAI tarafından tanınıp düzenlemelerinin yapıldığını
shgm’ye anlatarak, bu taleplerine karşı çıkmış ve hazırladıkları
yönetmelikte de bu yönde shgm’nin isteklerinden daha yumuşak düzenlemeler
yapmışlar.

Orhan hoca her konuşmasında bu yönetmeliğin asıl hedefinin bu işi ticari
yapanlar ve fethiye bölgesi olduğuna dair ipuçları verdi. Kendisine bu
düzenlemelerin amatör pilotlara getirebileceği zorluklardan bahsettiğimizde
ise, bundan korkmamamızı, kendisinin bu konuda bizim garantimiz olduğunu
söyledi. Ben şahsen kendisinin samimiyetine inanmakla beraber, bunun
kişilere değil kurumlar ve yönetmeliklere bağlı bir sorun olduğunu, yarın bi
gün kendisinin değil başka birinin eline düşmeyeceğimizin garanti
olmadığını, kaldı ki, kendisi ne kadar iyi niyetli olursa olsun, türkkuşu
g.m.’nün yaptığı gibi amatörlerin hiç bir zaman anlamak istemeyecekleri
askeri ve bürokratik mantıkla ortaya çıkan tepeden inme uygulamalar
karşısında çaresiz kalabildiğini hatırlatmam üzerine, elinden bu kadarı
geldiğini ve bu konuda bizlerden anlayış beklediğini belirtti.

Hazır konu açılmışken, ben Orhan hocaya, amatörlerin rahatsızlık duyduğu
konuların başında thk’nın sivil bir yapıdan hızla askeri bir yapıya
dönüştüğü ve bu şekilde sivil havacılığa istenilen katkıyı sağlayamayacağı
yönündeki şahsi görüşlerimi belirttim. Ayrıca THK’nın FAI nezdinde
türkiyedeki sivil sportif havacılığı ve pilotları temsil etmesine rağmen,
içeride (türkiyede) pilotların thk nezdinde temsil edil(e)memesinin büyük
sorun
yarattığını, tepeden inme bir oluşumla, hem de askeri anlayışla yönetilen
bir oluşumla (thk) sivil ve sportif havacılık camiasını mutlu etme
şanslarının çok düşük olduğunu, kendisinin şahsi iyi niyetini takdir etmekle
beraber bunun yeterli olmayacağını belirttim.

Bu noktada Orhan hoca bize bu konuda diğer önde giden ülkelerden örnekler
vererek mesela ingiltere’nin de FAI nezdinde ülkenin en büyük havacılık
klübü tarafından temsil edildiğini, thk’nın bundan bir farkı olmadığını
söyledi. Ben de aynı şekilde amerika’nın FAI’ye ilk üyeliğinin ülkenin en
büyük 2 havacılık klübü (bunlar bizdeki albatros, denhavk gibi tamamen sivil
organizasyonlar) tarafından gerçekleştirildiğini, daha sonra olması
gerektiği gibi bir federasyon kurulduğunda bu yetkinin (FAI temsilciliği)
söz konusu federasyona devredildiğini anlattım. Burdaki esas problemin kimin
FAI temsilcisi olduğu değil, amatör ve sivil pilotların o organizasyon
içinde (kendi seçtikleri kişiler tarafından) temsil edilmesi olduğunu
anlatmaya çalıştım. Bu noktada tahmin ettiğim gibi tatmin edici bir cevap
alamadım, çünkü şu anda amatör pilotların thk içinde kendi seçecekleri biri
tarafından temsil edilmesi mümkün değil.

FAI temsilciliğinin yarın bi gün oluşacak düzgün bir federasyona
devredilmesi (amerika örneği) konusuna cevap olarak, daha önce türkiyede bir
havacılık federasyonu kurulması için girişimde bulunulmuş fakat kanunen aynı
konuda 2 federasyon olamayacağı ve THK’nın bakanlar kurulu kararıyla
federasyon yetkisi olduğu için mümkün olmamış. Bu durumda bizim resmi bir
federasyon oluşturabilmemizin önü resmen kapalı gözüküyor. Bu durum thk’nın
sonsuza dek tekel olması anlamına geliyor, ve benim hiç hoşuma gitmedi, bu
konuda ne yapabiliriz bilgisi olan ? Öne sürülen çözümlerden biri, thk
bünyesinde bir amatör dairesi oluşturmak ve böylece amatörlerin thk içinde
temsil edilmesini sağlamak idi ama sanırım bu fikir her iki tarafta da kabul
görmedi, ve şahsen benim de hoşuma gitmedi.

Orhan hoca ile yaptığımız sohbetin devamında kafasındaki sistemi biraz daha
açtı. THK, çhha konusunda faaliyet gösteren tek kurum olmak gibi bir amaca
sahip değilmiş, “zaten şurada kaç kişiyiz, bütün türkiyeye yetişmemiz söz
konusu bile olamaz” görüşünde. Yönetmelikteki şartları yerine getiren her
gerçek/tüzel kişinin türkiyede faaliyette (eğitim vs) bulunabileceğini, thk
olarak kendilerinin görevinin shgm adına denetleme/kontrol ve klüpler vs
tarafından verilen sertifikaların yine shgm adına lisansa çevrilmesi
olacağını belirtti. Hatta bu konuda bile dışarıdan yardıma ihtiyacı
olduğunu, her bölgede, o bölgeyi tanıyan ve o bölgede tanınan birilerini
seçip, bi nevi müfettiş/bilirkişi gibi faaliyet göstermelerini düşündüğünü
söyledi. Örnek olarak bir yerde kaza olduğunda veya bir okulu denetlemek
için o kişiden rapor istenebileceğini söyledi. Bu konu yönetmelikte varmı
tam hatırlamıyorum ama benim kafamda tam olarak netleşmedi. Özellikle bir
bölgeye seçimle değilde thk tarafından tepeden inme biri atandığında o
kişinin kabul görüp görmemesi sorunu büyük ihtimalle gündeme gelecektir. Bu
konuda Orhan hoca bu kişileri tanıdığı pilotlar arasından seçmek durumunda
olduğunu bu yüzden sertifika kontrol kursuna katılımın önemli olduğunu
söyledi.

Başka bir konu, yönetmelikle birlikte zorunlu hale gelecek olan
airworthiness (türkçesi neydi bunun ya) testi. Şu anda thk bu konuda 20
milyar TL’lık malzeme yatırımı yapmış durumda, eğitimini alıyorlar. Benzer
bir masrafı göze alan başka bir kurum olmadığı sürece thk bu konuda tekel
konumunda olacak. İşin parasal yönünü sorduğumuzda Orhan hoca yine “merak
etmeyin thk bu işe kar kaygısıyla yaklaşmayan tek kurum, sadece masrafları
talep edeceğiz, ben sizin garantinizim” dedi. Sonuçta her türlü test ve
tamir işinin hem de kar gütmeden yapılabilecek olması çok güzel bi avantaj
ama, yarın bi gün yukardan bi emirle test işinin de politik bir koz olarak
kullanılmayacağının garantisi yok maalesef. Bi yandan kişisel iyi niyetle
nereye kadar gidebileceğimizi merak ederken öte yanda bu test işini başka
kim kotarabilir diye düşünmeden edemedim.

Bu yaz sonunda yapılacak olan türkiye şampiyonasının FAI onaylı bi yarışma
olmayacak olması da enteresan konulardan biri. Daha önce WAG gibi bi
organizasyonu üstlenmiş, hem de FAI’nin ulusal temsilcisi olan bi kurumun
düzenlediği bi yarışmayı FAI onaylı yapmaması ilginç. Kaldı ki erzincanda
görüldüğü üzere kişisel çabalarla bile bunu başarmak mümkün iken Orhan
hocanın niye diğer yolu seçtiğini sorma fırsatım olmadı maalesef.
Konu yarışmalara gelmişken; yurtdışında yarışmak için ihtiyacınız olan ve
senelik verilen sporting lisansını, pilot sertifikası olan ve başvuran
herkese vereceklerini söylediler. Eğer bireysel değilde türkiye adına
yarışmak isterseniz o zaman bu yaz sonundaki türkiye şampiyonasına katılıp
dereceye girmeniz gerekiyor. Yok ben yarışmayacağım sadece gidip yurtdışında
uçmak istiyorum derseniz o zaman yine thk’dan pilot seviyenizi gösteren IPPI
kartı almanız gerekiyor, ve bunun için de yine thk’dan onaylı sertifikanız
olması gerek.

Konu sertifika ve eğitim konularına gelince Orhan hocaya, türkiyede eğitimin
başını çeken kurumların üniversite klüpleri olduğunu hatırlatıp üniversite
klüplerinin yönetmelik nezdinde pozisyonlarının ne olduğunu sordum. Kuruma
bağlı 180 klüp olduğunu vs söyledi ama bu rakamın üni. klüpleriyle örtüşüp
örtüşmediğini söyleyemedi, ısrarla sormama rağmen net bi cevap alamadım.
Sanırım yönetmelik de bu konuda net değil, ama anladığım kadarıyla Orhan
hoca da bu konuya çok takılmıyor, öncelikli olarak fethiye ve ticari
kurumlarla ilgili düzenlemelere önem veriyor gibi gözüktü bana, sanırım ilk
başta amatörlere ve üni klüplerine pek dokunmayacaklar ama yine de
yönetmelikteki yerimizi netleştirmekte fayda var.

Sonuç itibariyle konuyu şöle bi toparlarsak; shgm, thk’dan bir yönetmelik
hazırlamasını istemiş ve thk’da bu konuda bir çalışma yaparak shgm’ye
sunmuş. Bu yönetmelik konusunda thk olarak Orhan hocayı kendi isteklerimiz
doğrultusunda kastırdığımız zaman bize cevap olarak bizim elimizden gelen bu
kadar, bundan sonrasında muhattabınız shgm’dir cevabıyla karşılaşıyoruz.
Yani bi nevi bizim bu toplantılar ve çalışmalar doğru yolda ama somut
bişileri hazır etmemiz gerekiyor artık. Bu işin bi yanı .. diğer yanında FAI
temsilciliği, ve federasyon yetkileri var ki bizi esas kastıracak olan konu
bu korkarım, bişekilde bu yetkilerin kullanılmasında kendi seçtiğimiz
kişilerin söz sahibi olmasını sağlamanın bir yolunu bulmalıyız bence.

Sonuçta Orhan hoca, bu konuda doğru bildiği yolda birşeyler yapmaya
çalışıyor, bize uymayan ve beğenmediğimiz yerleri shgm nezdinde değiştirmek
ise bize kalıyor. Hoşuma giden bir nokta, Orhan hoca’nın dialoğa açık
olmasıydı, rahatlıkla gidip her türlü fikrinizi anlatabildiğiniz, sizi
dinleyen ve kendi düşüncelerini de size aktarmaktan çekinmeyen biri. Ayrıca
kursa katılan herkese her konuda iyi niyetle yardımcı olmaya çalıştığını
söyleyebilirim. Bu izlenimler benim kendisiyle yüzyüze olan görüşmelerimde
edindiğim izlenimler; bunun dışında kursun paralı olması ve kurum içinde
dönen diğer konularda birinci elden bilgi sahibi olmadığım için yorum
yapamayacağım. Bu arada yeri gelmişken, kurs süresince eğitmen yardımcısı
olarak görev alan Mevlüt ve Murat arkadaşları da çok samimi ve alçakgönüllü
bulduğumu eklemeliyim. Demem o ki thk’daki personel sonuçta bizden farklı
kişiler değiller. Genellikle kurumun yapısından gelen olumsuzluklardan onlar
da rahatsız. Zaten orada kurs süresince yaşadığımız problemlerin hemen hepsi
kurumun asker zihniyetli üst yönetiminden kaynaklandı ve kurum personeli de
bu olumsuzlukları aşamadıkları için bizimle birlikte rahatsız oldular. Bu
konudaki eleştirilerin hedefi bu kişiler değil, kurumun üst yönetimi olmalı
bence.

İnönü 2 (SKK)

Sabah 7:30 gibi kahvaltımızı hallettikten sonra brifing salonunda toplandık.
Orhan hoca ve asistanları Mevlüt ve Murat ile tanıştıktan sonra bizlere
kısaca sertifika kontrol kursunun amacı ve bizden neler beklediklerini
anlattılar. Orhan hoca açık olarak bu kontrol kursunun pilot seviyesindeki
kişilere yönelik olduğunu ve amacının ağustos sonunda inönüde yapılacak olan
türkiye şampiyonasına katılımı arttırmak olduğunu söyledi.
Öğleden sonra kamp yakınındaki 130 metrelik Yellitepe’ye gidildi. Oradaki
şartlar 130 mt’lik bir tepede bulunabilecek en iyi uçuş şartlarıydı
herhalde. 25 km termikli rüzgar, Orhan hoca’ya herkesi gözlemlemesine
yetecek fırsatı verdi. Hava o kadar iyidi ki, herkes kalkışın üzerinde 200
mt kadar irtifa kazanabildi, hatta oradan yandaki A tepesine ve hatta oradan
B ve C tepelerine kadar gidip gelenler oldu. Bazılarımız sürekli top landing
yaparak toplam 12 adet olması istenen uçuş sayısını doldurmaya çalıştılar.
Çoğu pilot havanın güzelliğine kanıp inmek istemeyince uçuş sayılarını
tamamlayamadılar.
Benim tam kalkış sırasında bir fren ipim kulbundan çözüldü son anda arka
kolonlarla abort edebildim.
Yellide yaşanan birden fazla çarpışma tehlikesi yaşanan en büyük problemdi
bence .. herkesin birbirini tanımadığı ve aynı seviyede olmadığı bir ortamda
küçük bir tepede 15 kanat zaman zaman büyük tehlikeler yarattı, hatta bi ara
bi pilot alttaki kanadın üzerine oturdu, bir diğerinin kulağı yanındaki
pilotu yaladı filan … aman diyim …

Salı:

Sabahtan yapılan öğrenci pilot sınavından sonra, ptesi yelli’de yapılan
uçuşların video kayıtları Orhan hocanın yorumları eşliğinde izlendi, herkes
yaptığı hataları gördü, doğrusunu öğrendi. Yaşanan en büyük problem olan
hava trafik kuralları hatırlatıldı. Daha sonra pilot eğitimi konuları gözden
geçirilerek ardından pilot yazılı sınavı yapıldı. Eksikleri olanlar tekrar
sınava alındı.
Öğleden sonra eksik uçuşların tamamlanması için C tepesine çıkılması
planından, havanın patlak olması sebebiyle vazgeçildi. Ama bu yk’cılar için
bi engel teşkil etmediği için onlar C tepesindeydiler. Tam havalanacaklarken
Orhan hoca, Türkkuşu genel müdürü İhsan Aygün tarafından konulan “uçuş
yasağı emri”ni onlara aktardı. Sanırım Ismet’ler kendi hocalarını zor
durumda bırakmamak için uçmaktan vazgeçerek aşağıya indiler ve bu uygulamayı
protesto ederek kampı terk ettiler. Bu saçma sapan uygulamadan bi sonraki
mailimde ayrıntılarıyla bahsedeceğim .. azss sonra …
Dolayısıyla bizim akşamüstü yapmayı planladığımız uçuşlar da suya düştü.
Sinir içinde akşamı ettik.
Bu arada sayın türkkuşu genel müdürü, thk tesislerine teşrifleri sırasında
kurum personeli tarafından ayakta hazır ve nazır olarak yeterince şaşaalı bi
şekilde karşılanmadığı için çok kızmış, ve kurum personeline (hocalarımız
dahil) güzel bir fırça kaymış. Buyurun buradan yakın …

Çarşamba:

Vee büyük gün. THK tesislerinde sayın genel müdür tarafından düzenlenen
törenle konuşmaların ardından kurban kesilecek ve durdurulan faaliyetler
tekrar başlayacak. Bizlerden istenen ise, bakan karşılamak için alana
dikilen zavallı ilkokul çocukları gibi törene katılmamız ve “bizlere yakışır
şekilde” davranmamız. Bendeniz muhtemelen böyle bir uygulama sonrası bu
uygulamayı bizzat emreden bir sayın genel müdür karşısında “bizlere yakışır
şekilde” davranamayacağım için Orhan hocanın ricasını reddederek törene
filan katılmadım. Gerçi fare dağa küsmüş dağın haberi olmamış misali ama
olsun ..
Günün devamında C tepesinde havanın uçuşa müsait olmaması sebebiyle, eksik
uçuşları olanlar için yakındaki bir 20-30 metrelik tepeye gidildi. Havanın
bi hayli termikli olması sonucu “çok öğretici” bir gün geçirmiş ve bi hayli
“yıpranmış” olarak dönüldü. Asimetrikler mi istersiniz, iniş yerinden
havalanıp tekrar tepeye konanlar mı istersiniz, yaşayanlar anlatsın artık :)

Akşamüstü uçuşlar ve kurs bitirilmiş olduğu için herkeste bi rehavet vardı
ama, hem orhan hoca pilotları bir de C tepesinde görmek istediği için, hem
de çoğunluk daha önce C tepesinden uçmadığı için hep beraber C tepesine
çıkıldı. Akşamüstü 15-20km arası esen rüzgarda, sakin ve düz bir 5 dakkalık
uçuş beklentisiyle tepede hazırlanırken ilk kalkan Barış’ın bantta
tutunabildiğini gördük. Diğer pilotlar çıkarken Barış kalkışın biraz üzerine
çıkmıştı bile. Uçuşun ilk 10 dakikası, tepenin 30 ila 70 metre altında 15
kadar pilotun hep beraber kazıması ile geçti. Herkes için zorlu bir mücadele
halinde geçen dakikalar, pilotların bu zayıf havada yazdıkları kahramanlık
destanları sonucu birer birer irtifa alarak tepenin üzerine çıkmalarıyla
devam etti. Bu arada sanırım bi-iki kişi bu zorlu mücadeleye yenik düşerek
ilk dakikalarda inönünün serin çimlerine kurban gittiler.
Uçuşun bundan sonraki kısmı rüya gibiydi. Öncelikle C tepesinin 400 mt kadar
üzerine çıkıldı. 20 kanat sakin havada birbirlerinin etrafında dans ediyodu
resmen. Birlikte uçarak en iyi kaldırıcıyı bularak, yanyana uçarken bağıra
çağıra konuşarak, muhteşem manzaranın keyfini çıkardık hep beraber. Daha
sonra yana atlayıp B tepesine hatta oradan A tepesine geçtik, görebildiğim
kadarıyla ilk gün uçtuğumuz Yellitepe’ye kadar gidip gelenler oldu. Toplam
bir buçuk saat kadar muhteşem bir uçuşun sonunda iniş alanının üzerinde
spiraller ve wingoverlar ile inen pilotlar, yerde ağzını kulaklarından
toplayamıyodu resmen :))

İnönü 1

Sabahtan ben, barış akkiriş, kağan ve kılavuzumuz kargha ile istanbuldan
yola çıktık. Amacımız haftasonu inönüde beklenen güzel havayı değerlendirip
memleket rekorlarına yenilerini eklemek idi, amma ve lakin oradaki
yetkililerin bizim gibi düşünmeyeceklerini bilemezdik.
Daha önceden ismet ile konuştuğumuzda kamp müdürü ile konuştuğunu, kalacak
yer vs ile ilgili bi sorun olmadığını öğrenmiştik. İnönüye erken bir saatte
vardığımızdan uçuştan önce ismeti beklemeye karar verdik.
Ismet geldikten sonra hep beraber C tepesine çıktık. Rüzgar yp için
ziyadesiyle patlak olduğundan biz yerde kalmaya karar verirken ismet yk’ını
hazırladı ve havalandı. Ismet güzel bir uçuşun ardından aşağıya inerken biz
de yer çalışması için çimlerde paraşüt açmaya başladık ki bu sırada bir
görevli gelerek hemen kanatlarımızı toplamamızı ve sahayı terk etmemizi
söyledi, “kamp müdürü öle diyo”muş. Biz tabii şaşkınlık içerisinde ismetin
arkasından kamp müdürü ile konuşmaya gittik. Ismet kamp müdürüne (adı Vahdi
bey sanırım) kendisiyle önceden konuşup izin aldığını hatırlatınca, “ben
size burada işimiz gücümüz var, ayak altında dolaşmadan naparsanız yapın
demiştim” gibi bir cevap aldık. İş güç dediği, kampın restore edilmesi,
gerçekten de koğuşlar vs yenilenmiş bakımı yapılmış, güzel olmuş. Kamp
müdürü eski bir ordu evi yöneticisi olduğundan bu işleri kısa sürede iyi
kıvırdığını söyleyebiliriz ama, bize yaptığı işleri anlatırken “bakın C
tepesine yani kask taktık” (windsock), ve “açılışa kadar burada atlayıp
zıplamayın (uçmayın), mazallah başınıza bişey gelse burada hiç bi personel
yok, başımı derde sokmayın, gidip kamp dışına inin” gibi ifadelerden
anladığımız kadarıyla sivil havacılıkla pek de bi alakası olmadığını da
söyleyebiliriz sanırım.
Uçuş için tamamen kendi sorumluluğumuzu aldığımız ve kampa inmenin dışarıya
inmekten daha güvenli olacağı konusunda ısrar edince biraz razı olur gibi
oldu ve gönülsüz bi şekilde izin verdi.

Pazar:

Hava rüzgarın hafiflemesi nedeniyle uçuşa elverişli hale gelmişti. Erken
saatlerde C tepesinden daha önce uçmamış olanların intibak uçuşlarını
yapmaya başladık. Öğleyin ara verip yemekten sonra tekrar C tepesine çıkmak
istediğimizde yine kamp müdüründen “yeter canım artık hocalar gelince
uçarsınız” gibi bi bahaneyle tekrar engellendik. Yine ismet ve diğer yerel
arkadaşların çabalarıyla inönü belediye başkanı araya sokuldu ve yine zar
zor izin alındı. O gün pişen termiklerde güzel uçuşlar yaptık. Haftabaşında
başlayacak olan kurs için kursiyerler dökülmeye başlarken, kağan, barış
akkiriş ve kargha döndüler.

Haftasonu Özeti:

THK, (kağıt üzerinde) sivil bir kuruluş olmasına rağmen bugüne kadar
gördüğüm en askeri anlayışla yönetiliyor (emekli askerler tarafından).
Kampta konaklama konusunda yeteri kadar misafirperver olmasına rağmen uçuş
konusunda mümkün olduğu kadar kamp müdürüyle muhattap kalmamaya çalışın.
Varsa Orhan hoca veya (adını yanlış hatırlamıyosam) Tayfun hoca, uçuşlarınız
konusunda yardımcı olabilecek kişiler. Uçmaya gelirken yanınızda
getirebileceğiniz kulübünüz veya derneğiniz tarafından hazırlanmış uçuşla
ilgili her türlü belge işinize yarayabilir. Geçmişteki tecrübelerinden sonra
maalesef haklı olarak kendi bölgelerindeki uçuşları tamamen başıboş bırakmak
istemiyorlar.

Ormanlı Gece Uçuşu

Ben bu satırları yazarken Kağan ormanlıda uçuyor olmalı .. Ben hastayım,
rüzgar patlak, yönü de çok doğu, kılım döndü, vs diye tembellik edip
gitmedim ama herif yola çıkar çıkmaz rüzgar düzelmeye başladı … Naapalım
ben de her güzel bi uçuş kaçıran pilot gibi hayata küsüp evde otururum,
dövünürüm, karalar bağlarım, bişeyler buluruz yapacak yani …

Mimcan da mail atmış onu bile yeni görüyorum, aah ahh, şimdi Mimcan ile
Kağan tip to tip uçuyolardır … Yok hava da karardı, dönüşe geçmiş olsalar
bari, yani ben yaptım o haltı da oradan biliyorum, güneş battıktan sonra
karanlık oluyo hava, endişelenirim ben … Neyse ki kağan yanına biri yeşil
biri kırmızı, diğeri de (ne renkti Korhan?) … her neyse sağa sola ışıklar
saçarak yanar-döner gidiyodur şindi …

[Bir hafta önce] :

Continue reading “Ormanlı Gece Uçuşu”