Polisiye roman

Hikayemiz 2002 yılının Mayıs ayında başlıyor. Hilmi’nin 95km’lik yeni
türkiye rekorunun heyecanı henüz yatışmamış, çhha yönetmelik ve
federasyon konuları hız kazanmış, THK ile olumlu diyalog arayışlarıyla
birlikte sertifika kontrol kursuna katılalım mı katılmayalım mı
tartışmaları sürüyor. Ismet ben kurumu ve içindekileri tanıyorum, skk’ya
katılmamak daha iyi olur derken, ben de (henüz orhan özgülbas’i ve diğer
çalışanları tanımıyorum) aksini savunuyorum ve sonuçta skk’ya katılıyoruz.

Bu biraz da diğerlerinden farklı bir skk, bu sefer memleketin ağır
topları FAI lisansı alabilmek için bu kursta buluşacaklar, kimler yok
ki, Semih, Ismet, Barış Aydınsoy, Hilmi İnce, bendeniz ve diğerleri ..
Orhan Özgülbas’da zaten kursun amacının o sene yapılacak olan türkiye
şampiyonasına katılımı arttırmak olduğunu söylüyor.

Fakat bir sorun var. THK’nın kendi iç yönetmeliklerine dayanarak
istediği belgeler arasında tam teşekküllü bir devlet hastanesinden
alınacak bir sağlık raporu da var ve bu ağır topların neredeyse hiçbiri
zamansızlıktan bu raporu temin etmemiş durumda. Biz diyoruz ki gidelim
inönüye, belki kurstan bir gün izin alıp topluca eskişehire gidip
raporumuzu alırı öyle hallederiz, olmazsa da kursa katılmadan geri
döneriz .. Netekim kursun ilk günü Orhan Özgülbas’a gidip durumu
aktarıyoruz. Orhan bey buna pek razı olmak istememekle beraber, bizlerin
şampiyonaya katılımına ihtiyacı olduğu için (çünkü böylece THK
federasyon sorumluluğunu yerine getirerek doğru dürüst bir milli takım
oluşturabilecek) kuralları esnetmeye razı oluyor. Bize kurstan bir gün
izin vermek yerine, sağlık raporunuzu sonradan getirirsiniz diyerek
kursa sağlık raporumuz olmaksızın kabul ediliyoruz. Sonuçta sağlık
raporu kurumun kendi iç yönetmelikleri uyarınca istendiği için, (kanuni
bir zorunluluk değil) sorumlu eğitmenin bu konuda inisiyatif
kullanabileceğini düşünüyoruz ve kursu tamamlıyoruz. Ben
sertifikalarımızı ancak sağlık raporumuzu teslim ettikten sonra
alabileceğimizi düşünürken, kurs sonunda (hala sağlık raporlarımız yok)
sertifikalarımız da teslim ediliyor.

Kursu takiben aynı ay içinde ben istanbuldan istinye devlet
hastanesinden geçerli sağlık raporumu alıyor ve THK’ya gönderiyorum, ve
benim için bu olay kapanıyor.

Bu sırada olaya başka biri müdahil oluyor: Bilal ! Sürekli beni ve
barışı arayıp, orhan hocanın kurumda kendisine karşı yaptıklarından ve
birçok diğer suçlamalardan bahsediyor, elinde kanıtlar ve dosyalar
bulunduğunu fakat (nedense?) bunların bir dava açmak için yeterli
olmadığını, bizlerin yardımına ihtiyacı olduğunu söyleyip bizlerden
ısrarla bir talepte bulunuyor: Orhan hoca’nın bizleri sağlık raporsuz
kursa aldığını söyleyecekmişiz ?
Ben Orhan bey’i -kurs haricinde- tanımadığımı, taraf olmadığımı, bunun
benim davam olmadığını, elinde madem delil varsa bunları kullanmasını,
kendisine bu konuda ve bu şekilde yardımcı olamayacağımı defalarca
söylememe rağmen günlerce taciz edilmekten kurtulamıyorum. Bilal aynı
şekilde Barış’ı da taciz etmeye devam ediyor.
Ben bu konuda kendisine yardımcı olamayacağımı net bir şekilde anlatmayı
başarmış olmalıyım ki Bilal yakamdan düşüyor ve ben nihayet bu konuyu
unutabiliyorum ….

Sanırım birkaç ay kadar sonra Ismet’ten aldığım bir haber: Gönderdiğim
sağlık raporu kurumdaki dosyamda yokmuş ?! Istersen bana gönder ben
burada elden vereyim, daha garantili olur deyince ben de sağlık
raporunun aslından noter tasdikli bir kopya daha çıkararak ismete
taahhütlü olarak gönderiyorum. Ve yine konu kapanıyor…

… taa ki bir gün işyerinde kapıya bir sivil polis gelip beni karakola
götürmek isteyinceye kadar !

Doğal olarak polise neye istinaden karakola davet edildiğimi sorunca
polis bütün çalışanların önünde cevabı yapıştırıyor:
“Sahte evrak düzenlemişsiniz, hakkınızda dava var!”, hobaaa,
düşünsenize polis kapıya geliyor, kolunuza yapışıyor ve evrak
sahteciliğinden sizi götürmeye çalışıyor, işyerindeki itibarınızı mı
düşünürsünüz, yoksa hapiste geçecek yılları mı, artık panik iyice
yerleşmeye başlıyor, ben hala olayın sertifika kontrol kursuyla ilgili
olduğunu anlamış değilim, binlerce soru işareti kafamda dönüp duruyor,
birşey yapmalıyım hem de hemen ! Polise kimlik soruyorum, çıkarıp
gösteriyor, hmm .. peki diyorum bana önceden bir bildirimde bulunmanız
gerekmez mi ? ya burada olmasaydım ? polis koluma yapışıp ama buradasın
ya hadi gidelim diyor peygamber demiyor ! Allaam napıcam ben şimdi yav ?
Bu sırada işyerinde dedikodu dalgasının binanın içbölgelerine doğru şok
dalgası şeklinde sesten hızlı bir şekilde yayıldığını görebiliyorum .. O
sırada amerikan filmlerindeki bir replik dudaklarımdan dökülüveriyor:
“Önce avukatımı aramak istiyorum !”
Halihazırda bir avukatım olmaması o an için farketmiyor ve sihirli cümle
işe yarıyor,
Polisin bi anda omuzları çöküyor, avucundaki kuşu kaçırmış bir yüz
ifadesiyle peki o zaman bugün mutlaka gelin ama diyor, ben de bilemem
ancak yarın gelebiliriz diyorum, sakın gecikmeyin diye hafif tehditkar
bir ifadeyle çıkıp gidiyor. Ben de onlarca çalışan önünde süt dökmüş ama
dayak yemeden kurtulmuş kedi gibi salak bi sırıtışla orada kalakalıyorum.

Daha sonra, adalet sisteminin bu kadar yavaş işlediği bir memlekette,
her türlü sahtekarlıkla paraları hortumlayanların ve katillerin elini
kolunu sallayarak dolaşabildiği ülkemizde nasıl olup da polisin inönü
savcılığına verilen şikayet dilekçesinden bir hafta sonra kapıma gelerek
beni kolumdan tutarak karakola götürmek için bu kadar hızlı hareket
ettiğini anlayacaktım.
Ertesi gün avukatımla ifade vermek için gittiğim karakolda, hakkımdaki
şikayet dilekçesini ve ekindeki hayatımda ilk defa gördüğüm adıma
düzenlenmiş sahte bir sağlık raporunu gördüğümde olayın aylar önce
gittiğim sertifika kontrol kursuyla ilgili olduğunu anladım.
Şikayet dilekçesinin altındaki “Em. Orgeneral Bican Erçakır” imzasının,
polisin yıldırım hızıyla kapıma gelmesindeki “asker faktörü” olduğunu da
bizzat polislerden öğrenecektik.

O gün verdiğim ifademde, söz konusu sahte raporu ilk defa gördüğümü,
böyle bir raporu ne aldığımı ne de verdiğimi, olayın yukarıda anlattığım
şekilde gerçekleştiğini, aldığım gerçek sağlık raporunun aslını ve onun
iki defa THK’ya gönderildiğine dair APS belgelerini ifademin ekinde
vererek karakolu terkettim.

Bilahare avukatımın takibi sonucunda, savcının dosyayı, ifademi ve
belgeleri incelemesi sonucunda hakkımda dava açılmasına gerek
görmediğini ve hakkımda takipsizlik kararı verildiğini, avukatıma olan
500YTL borcumla birlikte öğrendim.

Olayın aslına gelince:
Bilal benim orhan hoca konusuna bulaşmak istemediğimi bilmesine rağmen,
orhan hocayı kursa sağlık raporsuz öğrenci almakla şikayet etmiş. Benim
sonradan alıp gönderdiğim sağlık raporu da tarihi itibariyle kurs
tarihlerinde sağlık raporum olmadığına kanıt teşkil ettiğinden, bir
şekilde dosyamdan çıkarılarak kaybedilmiş. Bu noktada ben aldığım haber
üzerine sağlık raporunu tekrar gönderiyorum ama o da “bir şekilde”
ortadan kaybolmuş !. Bu noktada orhan beyin hakkındaki şikayeti bertaraf
edebilmek için yine “birşekilde” fethiye devlet hastanesinden kurs
tarihinden önce adımıza alınmış (sahte) sağlık raporu temin edilerek
dosyamızdaki eksiklikler tamamlanmış ! Bu noktada, olay o ana kadar
“sağlık raporsuz öğrenci almak” şeklinde THK içinde idari bir problemden
ibaretken ve kurum içerisinde halledilebilecekken, “sahte sağlık raporu”
temin edilmesi ve Bilal’in bunu da şikayet etmesi üzerine gidilen
sorumlu kurs hocası güzel bir vücut çalımıyla “ben bilmem, kursiyerler
ne getirdiyse dosyalarındadır” diyerek topu bize atınca, THK yönetimi de
“gereğinin yapılması ricasıyla” evrak sahteciliğinden hakkımızda
savcılığa şikayette bulunarak olayı idari boyuttan adli boyuta taşımış
olmuş.

Tabii pandoranın kutusu açılınca ne çıkacağını hesap edememişler. Ben
böyle bir sağlık raporu almadığım ve vermediğim için bunun ne belgesi
var ne de tanığı, ayrıca benim aldığım gerçek raporu, dolayısıyla böyle
bir sahte rapora ihtiyacım olmadığını, ayrıca belgesiyle gönderdiğim
halde dosyamdan kaybedildiğini de kanıtlayınca sahtecilik olayı orhan
beyin elinde patladı ve bildiğim kadarıyla bu olaydan kendisi hüküm
giydi. Bu olaydan sonra hala kurum içerisinde kalmış olması da ayrıca
enteresandır.

Barış, Hilmi, Semih ve diğerlerinin de bu olayla ilgili benimkine benzer
bir hikayesi vardır sanıyorum.

Bu olaydan çıkarılacak dersler:
– Asla elinizdeki resmi belgenin aslını vermeyin, noterden onaylı
kopyasını gönderin, aslı elinizde kalsın. Mümkün değilse, noterden
onaylı bir kopyasını elinizde tutun.
– Postayla gönderilerinizi iadeli taahhütlü yapın ve belgesini saklayın.
– Başkasının kişisel kavgasına karışmayın, özellikle Bilal’inkine asla,
yoksa benim gibi 500YTL’ye ucuza(!) kurtulamayabilirsiniz
– Sihirli cümleyi unutmayın: “Avukatımı istiyorum!” :)