Ormanlı Yalıköy badireli

Başta biraz isteksizdik, rüzgar üst limitleri zorluyor, ve bayaa da
yanlı geliyor. Şimdi kalkışta sürükleniriz filan bi sakatlık çıkarıp
haftaya yamaşüt yarışmasını tehlikeye atmayalım diyerekten çıkmadık bi
süre. Bir iki saat sonra artık hava mı azcık düzeldi yoksa bizim gazımız
mı geldi neyse geldik o kadar uçalım bari diyerek hazırlanmaya başladık.
Şimdi sürüklenme ihtimaline karşı tulum giysek diyorum sıcak ve nem izin
vermiyor, neyse o kadar senelik pilotuz, çizilmeden kalkarız herhalde
diyerekten giymedik tulumu. (bu detay daha sonra önem kazanacak!)

Dedik gide gele baygınlık verdi, bari yeni bişeyler katalım ormanlıya,
daha önce hiç gidilmemiş yerlerine gidelim, hiç çakılmamış yerlerine
çakalım, gezelim görelim (günümüzü!)

Velhasıl verdik Yurdaer beyciğim ile elele, Yalıköye doğru seğirttik. O
yönde bugüne kadar gidebildiğimiz en uzak yer Yalıköy cam fabrikası
iskelesi idi. Bilenler bilir, orası da filhakika tuzaklı bir noktadır,
giderken yüksekten rahat geçersiniz ama dönüşte alçak geçmeniz gerekir,
setin yüksekliği de sadece 1 mt olunca fazla kaldırmaz, kendinizi
kumsalda yer çalışması yaparken buluverirsiniz.
Neyse biz gemileri yaktık, yurdaerle iskeleye kadar gittik.

Iskelenin orda bizi bi kaşıntı tuttu şimdi, daha ilerde uzakta Yalıköy
görünüyo ama o gidişin dönüşü olacak gibi değil ! İskelenin oradaki
boşluğu geri geçemeyeceğiz gibi ama olsun iner iskeleyi geçer sonra
biyerden kalkarız, en kötü ihtimalle telefon eder “biz yalıköyde çay
içiyoz bizi burdan alın” deriz diyerekten hadi gidelim dedik.

Yurdaer bağırıyo “abi sen önden buyur”, ben de gazım ya, hadi gidiyoz
diye arkamı dönüverdim, sonra bi anda kıllandım, döndüm yurdaere geri
bağırıyorum “gelmeyeennn … !”, maksat patlarsak yalnız kalmayalım :)
Neyse yurdaer de yaktı gemileri beraberce geçtik yalıköy sınırından.
Alçak maden bölgesini geçtikten sonra yavaş yavaş muhteşem yalıköy
manzarası önümüzde belirmeye başladı, burası bu kadar güzel biyermiydi
hiç farketmemişim!.

Neyse biz bi 5-10 dakka zevk-ü sefa içinde dolaştıktan sonra dönüş vakti
geldi. Tekrardan iskeleye kadar dönüş sorun değil, yurdaer önden
gidiyor, evet beklendiği gibi alçaldı, alçaldı, iskelenin raylarını
geçemeden önüne iniverdi.

Buraya kadar herşey beklendiği gibi, bakalım biz napıcaz diyerekten
alçak sırtlardan alabildiğim kadar irtifayı topladım, harnesi yatırdım,
ayakları uzattım, kolları topladım, gözümü kıstım (!?) ve en az sürtünme
ve enerji kaybıyla süzülüşe geçtim. İskelenin öte yanındaki sırtlara
yamanamasam da iskelenin öte yanına inerim, raylardan geçme derdim olmaz
bari diye düşünmekteyim.
Vee eveeet sanki olacak mı ne, artık kaldırıcı maldırıcı yok … kafa
rüzgarına gıdım gıdım… son metreler …. karar anı, iskelenin ötesine
mi berisine mi ? ….. evet evet olacak gibi ….. rayların 2 metre
üzerinden karşıya geçiş ….. (arada bi bastırırsa, o raylar..!)
….yihhhhuuuu öteye geçtiiimm ! …… lann hemen şu tepe başlangıcına
da yamanabilir miyim yoksa ?? …… hemi de hiç inmeden geri dönebilmiş
olurum ! …. oluum yürü beee ….. aldın 2-3 kanadı, sen yamanmazsın da
kim yamansın buraya …..

Heyecan, adrenalin ve gaz’ın dorukta olduğu bu anlar, yarışmalarda
kroslarda ve benzeri ortamlarda birilerinin canının yanmasına sebep
olmuştur hep … zafer sarhoşluğu gözünüzü bi an kör eder, birtakım
gerçekleri (ventüri, rotor, termik, bastırıcı, ya da kısaca ‘ters
rüzgar’) görmenizi engeller…..

Bu arada kumsalın sadece 1 metre üzerinde, iskelenin öte yanında, 3-5
metre yüksekliğindeki bir toprak yığınına yamanmak üzereyim. Bu sete
çarpan hava yükselir ve beni de kaldırır ya, onu hesaplayarak son
şansımı kullanmak üzere hafifçe bu sete doğru kırıyorum direksiyonu
….. ve amele sümüü gibi tepeye yazılıyorum. Bu s.çtığım an: Yerle
temas olması gerektiği gibi ayaklar ile değil, nihayetimizle olduğu için
bir anda denge bozuluyor, kanat yana ve geriye yıkılıyor, kurtarmak için
artık çok geç, kanadı öldürmek lazım, frenlere asılıyorum, beklendiği
üzere yerde birkaç metre sürüklenip duruyorum …. öeh neyse ucuz atlat
….. derken yerden bir daha kesiliyorum, yer ve gök birbirine
karışıyor, el-kol-omuz-bel-kalça-diz-kafa-kafa-kafa-omuz-diz-dirsek
sırasıyla 35 nokta taklasına başlıyorum. İşte bu da bokun vantilatöre
çarptığı an. Tam “tuttuk bu sefer” diye düşünürken halen elimde tuttuğum
frenleri biraz daha çekmezsem hiç duramayacağımı farkedip son bi
gayretle asılıyorum, ve sonunda dünya duruyor, ben duruyorum, kanat
durmak istemiyor ama sticem belasını diyerek frenlere biraz daha asılıyorum.

Burnunuzun topraktan sadece 1 cm uzakta olduğu o pozisyonda, her yanı
ayrı sızlayan bedeninizle mi ilgileneceksiniz yoksa sizi yeniden
sürüklemek için bi anlık gafletinizi bekleyen kanadınızla mı
ilgileneceksiniz, enteresan bi ikilemdir bu …Yerden doğrulmak için
ellerinizle yerden destek almak amacıyla ellerinizi arkadan öne doğru
getirmek ise sizi yeni ufuklara sürükleyecek bir yanlış olacaktır hiç
şüphesiz.
O anda bi yerinizi kırıp kırmadığınızı, haftaya yamaşüt yarışmasına
katılmanıza engel bi bok yiyip yemediğinizi, kanada bi zeval gelip
gelmediğini, niye kimsenin koşup kanadı tutmadığını, yarın işe gitmeniz
gerektiğini filan düşünürsünüz. Acaba bu hani şu hep söylenen ölmeden
önce hayatın gözlerin önünden geçmesi gibi bişeymidir bu acep ?

Bişekilde önce frenleri iyice ellerimize doladık, küfrede küfrede
doğrulup hasar tespiti yapıyoruz:
Dizler ve bacaklarda sürtmeden mütevellit hafif yaralar,
Dirsekler ve kollarda bol çürük, birkaç yerde hafif kanlı
Kask ve Karizma çizik,
Şort ve tişört parçık pinçik,
Gurur kırık …..

Kanadı bohçalayıp kumsala doğru giderken iskelenin beri yanından gelen
yurdaerle buluşuyoruz:
“abi nooldu, en son havada iki takla atarken gördüm seni?”
“ehebenin şeyi oldu ! ölüyoduk lannnn”
Bu sırada kendi kazmalığım yüzünden canım yanmış, öfkemi dışa
vurmaktayım, yurdaer beyciğim kusura bakmamıştır umarım :)

Önce orada kumsalda kanadı tepemize alıp, sonra yavaşça sete yaklaşıp
bizi yerden kesmesini umduk ama rüzgarın o noktada tepeye dik değil yan
geldiğini ve haywan gibi ventüri yarattığını (ki benim yamanmaya
çalışırken yazılma sebebim de bu ventüridir) kabullenmek zorunda kaldık.
Biraz daha ilerde yamaçlara daha dik gelir diye denedik ama bu sefer de
çok yüksek yamaçların dibindeki rüzgarsız ölü bölgede kaldığımızdan her
ümitsiz debelenişimiz, kanat ve iplerin kumsaldaki her nevii çerçöpü
toplamasından başka bi işe yaramadı.

Kalkıştan 15 km uzakta, tamamen rüzgarsız bir noktada, kanadın ipleri
dolanmış, taze yaralarım tuzlu terli kum ile dağlanmakta … işte bir
yamaççının kabusu !

Böyle anlar, yaptığımız sporun bizi sınadığı anlardan biridir diye
düşünüyorum, siz o haldeyken “normal” arkadaşlarınızın havuzda kızlarla
‘ördek suya daldı’ oynadığını düşünmek gerçek bir sınav !

Neyse kanadı bohçaladık, daha uygun bir kalkış noktası bulabilmek için
kumsalda sırtımızda harnes ve kanat ile yürümeye başladık. O kumsalda
yürüdüğümüz birkaç yüz metre, hani şu Mel Gibson’un yara bere içinde
çarmıhıyla ölüme doğru acılar içinde yürüyen Isa’yı oynadığı filmdeki
kadar rahat ve konforluydu diyebilirim :)

Sonunda uygun bi yer bulduk, kanadı tepemize aldık, kanadı düşürmeden
(ki eğer düşürseydik hala orada ağaç ve çalılardan kanat ayıklıyor
olurduk) az eğimli yamaca çıktık, rüzgarı yakaladığımız noktadan
havalanıp yükselmeye başladık. Hani filmlerde kazazedeler birbirlerine
sarılıp “kurtulduk! kurtulduk!” diye bağrışırlar ya işte öyle bi an.
Havada giderken rüzgarın açık yaralarımı serinletmesi de ayrı bir zevk
idi bu arada :)

Önümüzdeki 15km’yi geri giderken hissettiklerim, küçükken bisikletten
düşüp ağlaya ağlaya elimde bisikletimle eve dönerken hissettiklerimle
çok paraleldi …. bu spor insanı genç hissettiriyor canım :)

İyice yükseldiğimiz bi noktada, varlığını unuttuğum telsizimden duyduğum
bize seslenen endişeli anons da duygulu anlardan biriydi, bizim bro
merak etmiş bize bakmaya geliyo. Sağolsun zaten adamın ormanlıda
kurtarmaya gitmediği kimse kalmadı herhalde … 10.km’de buluşup beraber
döndük.