Ceren

Salih amca benim doğmaya hiç niyetim yoktu zaten, kanada mıdır nedir soğuk amca burası, bıraksalar memlekete dönünce çıkardım ben kendim, önce 15 saat uğraştılar ben çıkayım diye, ama banane ben sırtımı döndüm çıkmadım, onlar da beklemedi paketimi yırtıp açtılar çıkardılar dışarı,
Ben sanıyordum ki önümde bi tünel ucunda bi ışık görücem, çıkmak için ışığa doğru gidicem, bunlar direk cart diye açtı perdeleri gözüm kamaştı.
Burda herkes anlamadığım bi dilden konuşuyo, hatta annem babam bile … memlekete dönünce herkesi anlıycam di mi ? Onlar da beni anlamıyo, halbuki çok basit:
Ih Ih Ih Ihıhıhıh = acıktım,
Ih Ih Eeüeaaa= e hadi ama,
zaart = gazım var(dı),
pırt = kakam var(dı),
EEEUUUUUAAAAA IIIIIIIIII EEEEE AAAAAA = Altıma sıçalı bi hayli oluyo, temizlemediğiniz gibi bi de popişime pış pış yaparak sıvadınız içeriyi ..
.. bu kadar basit, neden anlamıyolar anlamıyorum !
Şimdi diyolar ki beni esas memleketime iki tane albatros getirecekmiş, ben de sanıyodum ki çocukları leylekler getirir, o eskidenmiş, artık böyle herhalde ?
Şimdi hayatımın ilk XC’sine hazırlanıyorum, Kanada-Türkiye XC’si, orada bissürü albatros varmış, hepsini çok merak ediyorum, annem babam da arkadaşlarını çok özlemişler, gelince görüşürüz,
(Babam beni uyuturken bilgisayarda mail hesabını açık bırakıp uyumuş, ordan yazıyorum)

Ceren
Natural Born Albatros

Babadağı tekmelemek

Sene doksanların ortaları, ben diyeyim ’94, siz deyin ’96 .. Bugünün
şartlarına göre çok yetersiz, pratik ağırlıklı bir eğitimin ardından,
black magic’li kulup ile birlikte takılma dönemi de sona ermiş…
Kanatsız ama çok hevesli bir uçma sevdalısı olarak, bir sene boyunca
part-time çalışarak para biriktirip kendi “ilk” kanadımı almaya hazırım.
Tabii 2. el bişeyler bakıyorum.
O sene, dünya hava oyunlarının bir sene öncesi, THK türkiyeden pilot
takımı seçmeye çalışıyor, deneme yarışmaları yapılıyor, Denizlideyiz.
Etrafımızda yabancı yarışma pilotları, hatırlayanlar bilir Apco Zen ve
UP Escape zamanları ve piyasada çok uygun fiyatlarla 2. elleri var. O
zamanlar insanlarda sağduyu bugünkü kadar körelmemiş olduğundan bu
kanatlara sulanmaktan vazgeçtim. Ardından en büyük 2. el piyasasına,
ölüdeniz’e düştük. Gel kanat git kanat derken bi tane Apco Spectra düştü
amma biraz iricene, olsun dediler bu iyi tartar az çöker, hem seneye de
giyersin … Kanat 95-115kg “hook-in” yani kanat hariç pilot+harness.
Ben o zamanlar 76kg tığ gibi delikanlıyım,
harness+yedek+bot+eldiven+don+kask+çukulata filan derken anca ucundan
alt limiti yakalıyoruz gibi, eh ne yapalım idare ederiz deyip
paracıkları bayıldık, cicimizi aldıık.
Black Magic’lerden Spectraya geçince biraz afalladık tabii, kanat inmiyo
neredeyse ! Havada biraz fazla sallanıyorum gibi hissediyorum ama
yiğitliğe bok sürdürmüyoruz, “herkes böyle hissediyo”, “bu modeller
böyle”, ya da “zamanla alışıcam” gibi kendi kendime telkinlerle hava
saatimi arttırmaya çalışıyorum. (Hani şu 5 dakikaları bile
log-book’unuza yazdığınız dönem :)
Bu arada korumalı harness ve vario gibi ileri seviye (!) ekipmanları da
zaman içinde tamamlamışım. İlk fırsatta ölüdenize “termik” uçmaya
gittim. Artık nasıl denk geldiyse, benim yanımda beraber uçacağım bir
arkadaşım yok, bi tandem transportuna binip çıkıverdim yukarı. Eh ne de
olsa 1700’den 10 kadar uçuşum olmuş, artık yalnız da uçarım herhalde ?
Neyse geldik biz 1700’e, tam inmeye yeltenicem, hoop araç hareket etti,
hemşerim yolculuk nereye, cevap: 1900’e ! Hmm, oradan daha önce hiç
uçmamışım ama diyorum hele bi çıkalım bakarız .. Neyse çıktık biz
1900’e, sordum tandemcilere nasıl gidiyoz burdan ölüdeniz’e, dediler
atla burdan sonra sola 1700’e dön, irtifan varsa 1700 üzerinden, yoksa
daha ilerden bi daha sola dön denizi göreceksin şaşırma, ordan sora sora
ölüdenizi bulursun !
Demeye kalmadı 5 dakka içinde herkes uçup gidiverdi ! Kaldık mı 1900’de
tek başımıza … Amma kendimize güvenimiz tam, rüzgar 15-20 km/h’lerden
efil efil, eh ters kalkışın da ustasıyız ya, ne gam :) Neyse serdik
kanadı, son kontroller derken çektik tepemize, hoop iki adımda
havadayız, ammann dedim termik dedikleri bu olsa gerek zira roket gibi
yukarı doğru gidiyorum, kalkış denen yer aşağıda kalmış bi anda,
hızlanan kalp atışları arasında kanada verilen titrek, yetersiz ve geç
kumandalar … Böyle geçen birkaç uzun saniyenin ardından teorik
bilgileri uygulama zamanının geldiğine kanaat getirdim: “Termikte
dönülerek yükselinir”. Sola doğru hafiften bi dönüş, ancak dönmek için
henüz erken(miş), termik çıkışında zaten “ultra-light” wing-loading
(kanat-yüklemesi diye tercüme edelim) olduğundan sol taraftan gayet
rahat bir %70 oranında kapanma…. Ağzımdan “HASS..” çıkarken beynim
yine o zamanın teorik bilgilerini süzerek yapılması gerekeni buluyor:
“%50’ye kadar olan kapanmalarda sadece kapanan taraf, daha büyükse her
iki fren pompalanır”. Ardından kamerada kollarını çaresizce çırparak
dağa doğru düşen bir pilot görüyoruz. Kanat sağolsun zaten kendi kendine
açıldı ancak arka rüzgara dönmüş, irtifayı da yemiş olduğumuzdan,
korkunç bi hızla büyüyerek gelen dağı ıskalamak mümkün olamadı maalesef.
Sonraki günlerde kırılan ayağımın ve gururumun iyileşmesini beklerken
“Bir musibet, bin nasihatten yeğdir” sözünün anlamını da böylece
öğrenmiş oldum. Akabinde kendime uygun 75-95kg aralıklı gerçek ilk
kanadım olan sıfır Edel Atlas’ımı aldım ve benim asıl uçuş hayatım ondan
sonra başladı. “Doğru” kanadın ne demek olduğunu da böylelikle “tecrübe
ile” öğrenmiş olduk.

Olumsuz

Bu haftasonu da diğerleri gibi resmi bir organizasyon yapmadık.
Denizliye cumartesiden gelenler için otel ayarlamadık.
Adı sanı olmayan, gayrı-resmi etkinliğimize gelenlerin sayısı cumartesi
25’i, pazar günü de 45’i geçmedi.

Transport ücretini paylaşmak dışında başka bir ücret toplamadık,
Gelenlere nereden çıktın demedik, gelmeyenlere küsmedik,
Kimseye sen uç, sen uçma demedik, eğitim vermedik, hava basmadık, gaza
getirmedik.

Bazılarımız 2200mt’yi geçemedi, bazılarımız tepeye geri inemedi.
Kimisi kanadını tepesinde açık tutamadı, kimisi termiğe giremedi.
İrtifa olarak 4500 mt geçilemedi.
Cumartesi günü termikler max 10m/s’yi, pazar günü yer hızımız max
80km/h’yi geçmedi.
Hayatlarının ilk kroslarını yapanlar da 50km’yi geçemedi.
Cumartesi günü 100km’yi, pazar günü de 150km’yi geçemedik.
Türkiye rekorunu da tabii ki kıramadık.

Yine de hepbirlikte biraraya geldiğimiz, birlikte uçtuğumuz
arkadaşlarımıza, dostlarımıza teşekkürler,
bir sonraki uçuşta tekrar görüşmek üzere,

Ormanlı Yalıköy badireli

Başta biraz isteksizdik, rüzgar üst limitleri zorluyor, ve bayaa da
yanlı geliyor. Şimdi kalkışta sürükleniriz filan bi sakatlık çıkarıp
haftaya yamaşüt yarışmasını tehlikeye atmayalım diyerekten çıkmadık bi
süre. Bir iki saat sonra artık hava mı azcık düzeldi yoksa bizim gazımız
mı geldi neyse geldik o kadar uçalım bari diyerek hazırlanmaya başladık.
Şimdi sürüklenme ihtimaline karşı tulum giysek diyorum sıcak ve nem izin
vermiyor, neyse o kadar senelik pilotuz, çizilmeden kalkarız herhalde
diyerekten giymedik tulumu. (bu detay daha sonra önem kazanacak!)

Dedik gide gele baygınlık verdi, bari yeni bişeyler katalım ormanlıya,
daha önce hiç gidilmemiş yerlerine gidelim, hiç çakılmamış yerlerine
çakalım, gezelim görelim (günümüzü!)

Velhasıl verdik Yurdaer beyciğim ile elele, Yalıköye doğru seğirttik. O
yönde bugüne kadar gidebildiğimiz en uzak yer Yalıköy cam fabrikası
iskelesi idi. Bilenler bilir, orası da filhakika tuzaklı bir noktadır,
giderken yüksekten rahat geçersiniz ama dönüşte alçak geçmeniz gerekir,
setin yüksekliği de sadece 1 mt olunca fazla kaldırmaz, kendinizi
kumsalda yer çalışması yaparken buluverirsiniz.
Neyse biz gemileri yaktık, yurdaerle iskeleye kadar gittik.

Iskelenin orda bizi bi kaşıntı tuttu şimdi, daha ilerde uzakta Yalıköy
görünüyo ama o gidişin dönüşü olacak gibi değil ! İskelenin oradaki
boşluğu geri geçemeyeceğiz gibi ama olsun iner iskeleyi geçer sonra
biyerden kalkarız, en kötü ihtimalle telefon eder “biz yalıköyde çay
içiyoz bizi burdan alın” deriz diyerekten hadi gidelim dedik.

Yurdaer bağırıyo “abi sen önden buyur”, ben de gazım ya, hadi gidiyoz
diye arkamı dönüverdim, sonra bi anda kıllandım, döndüm yurdaere geri
bağırıyorum “gelmeyeennn … !”, maksat patlarsak yalnız kalmayalım :)
Neyse yurdaer de yaktı gemileri beraberce geçtik yalıköy sınırından.
Alçak maden bölgesini geçtikten sonra yavaş yavaş muhteşem yalıköy
manzarası önümüzde belirmeye başladı, burası bu kadar güzel biyermiydi
hiç farketmemişim!.

Neyse biz bi 5-10 dakka zevk-ü sefa içinde dolaştıktan sonra dönüş vakti
geldi. Tekrardan iskeleye kadar dönüş sorun değil, yurdaer önden
gidiyor, evet beklendiği gibi alçaldı, alçaldı, iskelenin raylarını
geçemeden önüne iniverdi.

Buraya kadar herşey beklendiği gibi, bakalım biz napıcaz diyerekten
alçak sırtlardan alabildiğim kadar irtifayı topladım, harnesi yatırdım,
ayakları uzattım, kolları topladım, gözümü kıstım (!?) ve en az sürtünme
ve enerji kaybıyla süzülüşe geçtim. İskelenin öte yanındaki sırtlara
yamanamasam da iskelenin öte yanına inerim, raylardan geçme derdim olmaz
bari diye düşünmekteyim.
Vee eveeet sanki olacak mı ne, artık kaldırıcı maldırıcı yok … kafa
rüzgarına gıdım gıdım… son metreler …. karar anı, iskelenin ötesine
mi berisine mi ? ….. evet evet olacak gibi ….. rayların 2 metre
üzerinden karşıya geçiş ….. (arada bi bastırırsa, o raylar..!)
….yihhhhuuuu öteye geçtiiimm ! …… lann hemen şu tepe başlangıcına
da yamanabilir miyim yoksa ?? …… hemi de hiç inmeden geri dönebilmiş
olurum ! …. oluum yürü beee ….. aldın 2-3 kanadı, sen yamanmazsın da
kim yamansın buraya …..

Heyecan, adrenalin ve gaz’ın dorukta olduğu bu anlar, yarışmalarda
kroslarda ve benzeri ortamlarda birilerinin canının yanmasına sebep
olmuştur hep … zafer sarhoşluğu gözünüzü bi an kör eder, birtakım
gerçekleri (ventüri, rotor, termik, bastırıcı, ya da kısaca ‘ters
rüzgar’) görmenizi engeller…..

Bu arada kumsalın sadece 1 metre üzerinde, iskelenin öte yanında, 3-5
metre yüksekliğindeki bir toprak yığınına yamanmak üzereyim. Bu sete
çarpan hava yükselir ve beni de kaldırır ya, onu hesaplayarak son
şansımı kullanmak üzere hafifçe bu sete doğru kırıyorum direksiyonu
….. ve amele sümüü gibi tepeye yazılıyorum. Bu s.çtığım an: Yerle
temas olması gerektiği gibi ayaklar ile değil, nihayetimizle olduğu için
bir anda denge bozuluyor, kanat yana ve geriye yıkılıyor, kurtarmak için
artık çok geç, kanadı öldürmek lazım, frenlere asılıyorum, beklendiği
üzere yerde birkaç metre sürüklenip duruyorum …. öeh neyse ucuz atlat
….. derken yerden bir daha kesiliyorum, yer ve gök birbirine
karışıyor, el-kol-omuz-bel-kalça-diz-kafa-kafa-kafa-omuz-diz-dirsek
sırasıyla 35 nokta taklasına başlıyorum. İşte bu da bokun vantilatöre
çarptığı an. Tam “tuttuk bu sefer” diye düşünürken halen elimde tuttuğum
frenleri biraz daha çekmezsem hiç duramayacağımı farkedip son bi
gayretle asılıyorum, ve sonunda dünya duruyor, ben duruyorum, kanat
durmak istemiyor ama sticem belasını diyerek frenlere biraz daha asılıyorum.

Burnunuzun topraktan sadece 1 cm uzakta olduğu o pozisyonda, her yanı
ayrı sızlayan bedeninizle mi ilgileneceksiniz yoksa sizi yeniden
sürüklemek için bi anlık gafletinizi bekleyen kanadınızla mı
ilgileneceksiniz, enteresan bi ikilemdir bu …Yerden doğrulmak için
ellerinizle yerden destek almak amacıyla ellerinizi arkadan öne doğru
getirmek ise sizi yeni ufuklara sürükleyecek bir yanlış olacaktır hiç
şüphesiz.
O anda bi yerinizi kırıp kırmadığınızı, haftaya yamaşüt yarışmasına
katılmanıza engel bi bok yiyip yemediğinizi, kanada bi zeval gelip
gelmediğini, niye kimsenin koşup kanadı tutmadığını, yarın işe gitmeniz
gerektiğini filan düşünürsünüz. Acaba bu hani şu hep söylenen ölmeden
önce hayatın gözlerin önünden geçmesi gibi bişeymidir bu acep ?

Bişekilde önce frenleri iyice ellerimize doladık, küfrede küfrede
doğrulup hasar tespiti yapıyoruz:
Dizler ve bacaklarda sürtmeden mütevellit hafif yaralar,
Dirsekler ve kollarda bol çürük, birkaç yerde hafif kanlı
Kask ve Karizma çizik,
Şort ve tişört parçık pinçik,
Gurur kırık …..

Kanadı bohçalayıp kumsala doğru giderken iskelenin beri yanından gelen
yurdaerle buluşuyoruz:
“abi nooldu, en son havada iki takla atarken gördüm seni?”
“ehebenin şeyi oldu ! ölüyoduk lannnn”
Bu sırada kendi kazmalığım yüzünden canım yanmış, öfkemi dışa
vurmaktayım, yurdaer beyciğim kusura bakmamıştır umarım :)

Önce orada kumsalda kanadı tepemize alıp, sonra yavaşça sete yaklaşıp
bizi yerden kesmesini umduk ama rüzgarın o noktada tepeye dik değil yan
geldiğini ve haywan gibi ventüri yarattığını (ki benim yamanmaya
çalışırken yazılma sebebim de bu ventüridir) kabullenmek zorunda kaldık.
Biraz daha ilerde yamaçlara daha dik gelir diye denedik ama bu sefer de
çok yüksek yamaçların dibindeki rüzgarsız ölü bölgede kaldığımızdan her
ümitsiz debelenişimiz, kanat ve iplerin kumsaldaki her nevii çerçöpü
toplamasından başka bi işe yaramadı.

Kalkıştan 15 km uzakta, tamamen rüzgarsız bir noktada, kanadın ipleri
dolanmış, taze yaralarım tuzlu terli kum ile dağlanmakta … işte bir
yamaççının kabusu !

Böyle anlar, yaptığımız sporun bizi sınadığı anlardan biridir diye
düşünüyorum, siz o haldeyken “normal” arkadaşlarınızın havuzda kızlarla
‘ördek suya daldı’ oynadığını düşünmek gerçek bir sınav !

Neyse kanadı bohçaladık, daha uygun bir kalkış noktası bulabilmek için
kumsalda sırtımızda harnes ve kanat ile yürümeye başladık. O kumsalda
yürüdüğümüz birkaç yüz metre, hani şu Mel Gibson’un yara bere içinde
çarmıhıyla ölüme doğru acılar içinde yürüyen Isa’yı oynadığı filmdeki
kadar rahat ve konforluydu diyebilirim :)

Sonunda uygun bi yer bulduk, kanadı tepemize aldık, kanadı düşürmeden
(ki eğer düşürseydik hala orada ağaç ve çalılardan kanat ayıklıyor
olurduk) az eğimli yamaca çıktık, rüzgarı yakaladığımız noktadan
havalanıp yükselmeye başladık. Hani filmlerde kazazedeler birbirlerine
sarılıp “kurtulduk! kurtulduk!” diye bağrışırlar ya işte öyle bi an.
Havada giderken rüzgarın açık yaralarımı serinletmesi de ayrı bir zevk
idi bu arada :)

Önümüzdeki 15km’yi geri giderken hissettiklerim, küçükken bisikletten
düşüp ağlaya ağlaya elimde bisikletimle eve dönerken hissettiklerimle
çok paraleldi …. bu spor insanı genç hissettiriyor canım :)

İyice yükseldiğimiz bi noktada, varlığını unuttuğum telsizimden duyduğum
bize seslenen endişeli anons da duygulu anlardan biriydi, bizim bro
merak etmiş bize bakmaya geliyo. Sağolsun zaten adamın ormanlıda
kurtarmaya gitmediği kimse kalmadı herhalde … 10.km’de buluşup beraber
döndük.

Ankaradan sezon acilisi 126km

Sezonu üzümlüde 90km gollü task ile açtık diye sevinirken kursaamızda
bıraktınız sevincimizi kardeşim ! Ah ben bilsem 2500mt’den gole spiralle
inermiydim ! neyse, kaçan balık büyük olurmuş …

Biz sizin gibi arkadaşları yarışmalarda görmek isteriz :)

Demek biz üzümlüde haywan mezarlığını nasıl aşarız diye debelenirken
ankara sinsi sinsi kros kolluyomuş ..
Şu federasyon bi kurulsun ondan sonra ayrı fraksiyonların habersiz
gizlice krosa çıkmalarını yasaklıycaz, başka türlü olmaycak böyle ..

Uçuşun gps kaydını .igc formatında ypforum ya da başka bi yere alalım
hemen bi zahmet, bakar bakar kendimizi jiletleriz artık,
çok kıskandım çook, neyse allahtan 150+ filan olmadı, yoksa hepten
çökerdik moralman …

Olm selçuk, geçen sene ziyayla birlikte seni pınarbaşının oralarda
kaybetmeliydik, “selçuk mu ? hiç görmedik ki” filan derdik, başımıza
bela olacağın o günden belliydi zaten :)

Tekrar tebrikler, ama bi daha sefere haber verin de beraber gidelim,
valla bi daha seni ekmeye çalışmıycaz, söz, di mi ziya :)