Kaş – Sinekçibel XC

Temmuz ortalarında listeye attığım çağrıya cevap veren bir
avuç insanla Kaş’ta buluşup öncelikle hep beraber sıcaktan ve nemden iyice
bir bunaldık. C.tesi ve Pazar günleri Kaş’ın 600mt irtifalı İzne ve 1000mt
irtifalı kalkışlarından çeşitli düz uçuşlar yaptık, denize girdik ve devamen
sıcak ve nemden bunaldık. Hava da zayıftı, Kaş’ın üzerinde tutunmak pek
mümkün olmadı (tutunan tutundu gerçi ya:) ama o güzel bulutlu termikler
yerine yüzünüze vurunca bi anda yapış yapış yapan bölük pörçük hava akımları
vardı sadece .. Havada bulandık, inişte bunaldık …

Sonunda P.tesi günü sabahtan toparlanarak yola çıktık. Kaş’tan Elmalı’ya
giden yol üzerinde Karaovabeli geçidi tabelasına varmadan birkaç km. önce
yolun sağından geriye doğru ayrılan, işaretsiz tabelasız, toprak bir yola
saparak, orman gözetleme evine giden yola girdik. Minibüsümüz kalkış
noktasına birkaçyüz mt kala bizi bıraktı, gerisini yürüdük…

Kalkış yerinde herkes hazırlanmaya koyulduğunda termikler 15-25km
rüzgarlarla bize hoşgeldin diyordu. İlk kalkan Yiğit oldu. Arkasından Arif
ve Arslan fırladılar. İlk 3lü kalkışın önünde biraz turladıktan sonra daha
kolay takılabilecekleri ileri bir noktaya gittiler. Bu sırada ben de
kalkarak diğerlerini beklemeye başladım. Benim arkamdan Can ve Muharrem de
kalktılar ve biz de 2. 3lü olarak kalkıştan biraz açıldık. Bu sırada bizi
beklediğini sandığımız ilk grup arayı bi hayli açmıştı bile .. Sonunda
kahvaltısını bitiren Kağan, ve arkasından Hasan da havalandılar. En sona
kalan Mehmet ise kalkışta paraşütü hasar gördüğü için uçamayarak yerde
kaldı.

Kalkışlar tamamlandığında ilk grupla son grup arasında yaklaşık 10 km mesafe
vardı. Ben, hemen arkamda beni izleyen Can ve Muharrem ile birlikte ilk
grubu uzaktan gözlemleyerek nerelerin çalıştığını anlamaya çalışarak
ilerlemeye başladık. Arif, Yiğit ve Arslan görebildiğim kadarıyla sırtların
ve dağların üzerinden giderlerken, ben daha çok sırtlarla Ortabağ, Günçalı,
Yazır köyleri arasındaki hattı takip etmeyi yeğledim.

İlk 1 saatin sonunda 20. km’de Yazır’ın olduğu vadiye ulaşmış ve şiddetli
vadi rüzgarının yarattığı korkenç türbüllerle uğraşmaya başlamıştık. Ben bi
yandan salavat getirerek vadi yamacına yamanırken, Can benim peşimden
gelmeyi, Muharrem ise daha iyi çalıştığı gözüken vadinin güney (Alacadağ)
yamaçlarına doğru açılmayı tercih etti. Bugüne kadar gördüğüm en dönülemez
parçık pinçik roket termiklerde tırmalarken bi ara Can’la aynı termiği
dönecek gibi olduysak da Can kasmayarak vadiye açılmayı tercih etti.
Ve bundan sadece 5 dakika sonra ben +4m/s termiği sömürmeye çalışırken
Can 500mt ilerimde +8’lik bi termikle beni sollayarak 2800mt’ye fırladı. Bu
sırada sanırım Arifköy’ün üzerinde bir yerlerdeydik. Bir ara kafamı
kaldırdığımda 500mt kadar üzerimde benim termiğin oluşturduğu bulutun
altında Arifi gördüm. Tabii devamen ona ulaşmaya çalıştım ama benim +4’lük
zayıf(!) termik 2500mt’de inversiyonda stop etti maalesef ..

Yazır köyünün olduğu vadiyi doğuya doğru boylamasına katettikten sonra
önümüzde Beydağları ile aramızda kalan son bir vadi vardı artık. Arifi en
son gördüğümde o çoktan Kızlar sivrisinin yolunu tutmuştu bile. Böylece Can
güneyden ve ben kuzeyden olmak üzere Beydağlarıyla aramızda kalan son vadiyi
de geçmeye başladık. Uzun bir süzülüşten sonra irtifamızın çoğunu yiyerek
çapraz rüzgarla kendimizi vadinin karşı Beydağları tarafına attık Can ile.

Bu sırada telsizden konuştuğum Kağan, havada öğlen yemeğini bitirmiş,
bulduğu bir “şarj” noktasında irtifa depolamakla meşguldü. Dediğine göre
termiği dönmüş dönmüş, termik inversiyona gelince “2500mt’niz var
harcicekmisiniz?” diye sormuş, Kağan da “Yok yok, biriksin biriksin” diyerek
inversiyonun üzerine 300 mt daha kasmış :)
Kağana nerede olduğunu sorduğumda ise ya “şu tepesinde bulut olan tepenin
solundayım” gibi son
derece net bir tarif veriyor, ya da “bi dakka” diyip fren kulplarını
yerlerine çıtçıtlayıp elindeki haritaya dalıp gidiyodu … Neyse sonuç
olarak geriden biyerlerden geliyodu işte ..

Bu esnada Can ile ben yeni bir survival olayına girmiştik bile. Benim gözüm
beydağlarının üzerinde oluşmakta olan kocaman bulutlara takılmış, oraya
nasıl çıkarım diye kafayı çizmekle meşguldüm. Yolda gelirken baktığım bulut
gölgeleri, irtifadaki meteorolojik rüzgarın kuzeyden estiğini söylüyordu.
Fakat içinde bulunduğumuz vadide rüzgar güneyden ve büyük ihtimalle deniz
meltemi (sea breeze) etkisindeydi. Eh, kuzeyden esen rüzgar, güneyden esen
rüzgarla mutlaka biryerlerde karşılaşmak zorunda olduğuna göre bunun bizim
için tek bir anlamı oluyor: Convergence (türkçesi yok mu bunun?). Bedava
termik anlamına gelen bu konvercıns nanesini bulabilmek için içinde
bulunduğum vadiden rüzgarı arkama alarak kuzeye doğru salıverdim kendimi.
Ama 5 dakka sonra nası da kocaman sıçtığımı anladığımda çok geçti ..
Gittikçe daralan çok derin bir vadide irtifa kaybederek daha da kötü gözüken
bi
yerlere doğru gidiyodum. Son anda dar bir boğaza girmeden hemen önce
vazgeçerek geldiğim yere doğru döndüm ama 20-30 km kafa rüzgarı bana en
fazla 10 km’lik bir yer hızı veriyordu. Hatta zaman zaman çarptığım
termiklerin etkisiyle geri geri sürükleniyordum. Yanlış kararı verdiğim
noktaya geri dönmem tıbben imkansız gözüküyodu ama bu sefer mücadeleyi erken
bırakmamaya kararlıydım. Zor bela biraz ilerleyerek
antik bir şehrin üzerine doğru alçalmaya başladım. Sonradan adının Arykanda
olduğunu öğrendiğim bu antik şehrin anfi-tiyatrosu bana çook ihtiyacım olan
güzel termikleri sağladı sağolsun. Böylece yavaş ve zahmetli bir şekilde
beydağlarının sırtlarına tırmanarak yükseldim ve kuzey rüzgarının irtifadaki
etkisinden de yararlanarak vadi rüzgarından kurtuldum ve 5 dakikada gittiğim
mesafeyi 1 saatte geri dönmeyi başardım.

Bu sırada Can doğru olanı yapmış ve güneye Yalnız köyüne doğru uçmuş, hatta
oraya inmişti bile. Ben Beydağlarının sırtlarında ne kadar tırmaladıysam da,
termiklerle sırtları takiben dağ içine doğru sürüklenmeyi (drift) göze almak
istemediğim için bir türlü arkadaki bulutlara çıkamadım.

Bu sırada irtifadaki manzara muhteşemdi: Arkamda sinekçibel ve susuz
dağları, solumda kızlar sivrisi ve beydağları, önümde uzakta Tahtalı dağı,
ve sağımda uzakta Finike ve Akdeniz. Tek kelimeyle muhteşemdi.

E, konvörjıns’ı bulamadık, Kızlar Sivrisine tırmanamadık, geriye zaten tek
yol kalıyordu: Finike üzerinden Akdeniz. Speed’e asılıp kafa rüzgarında az
evvel Kağanın ve Canın indiği Yalnız köyünün üzerinden geçerek, Finikeyle
aramda kalan boğaza doğru saldırdım. Boğaza doğru giden sırtlarda güzel
termik bulup yükselmeyi umut ederken beni, Kaş’tan çok iyi tanıdığım, tuzlu,
nemli ve sıcak leş gibi bir deniz havası karşıladı. Tabii ne termik ne başka
bişi, aynen kös kös geri dönüp Kağanın indiği benzinciye indim.

Böylece 3.5 saatlik güzel bir macera da son bulmuş oldu. Kağan ve ben 36.
km’de Yalnız köyünden Finikeye doğru 2 km sonra bir benzincide beklerken,
bize çay ikram eden benzinci “her sene buraya birileri iner” deyince bu
noktanın geçilmesi zor bir kilit olduğunu teyid etmiş oldu.
Bu sırada telsiz ve telefonla konuştuğumuz diğerlerinin de Yalnız-Arifköy
arasında çeşitli yerlere indiğini öğrendik. Hepimizden farklı bir rota
izleyerek kuzeyden giden Yiğit, efsanevi könverşansı yakalayarak tahmini 40.
kilometrelerde Elmalı tarafında Büyük Süğle gibi biyerlere inmiş. Retrieve
arabamız önce Elmalı tarafına gidip Yiğiti alarak geri döndü ve Can, Kağan
ve beni aldı.

Efendim ? Arif ne mi oldu ? Valla onu indiği 64.km’den toplamaya gitmeden
önce biz bi alabalık çiftliğine çekip bi güzel afiyetle ziftlendik, valla da
iyi geldi :)
Sonrasını hiç sormayın, gecenin karanlığında arkada sağa sola dağılmış,
kollar bacaklar kasadan dışarı sarkar bi vaziyette uyuyakalmış bi halde son
sürat ilerlerken gecenin en unutulmaz olayı, Yiğitin uyuduğu yerden yerde
yatan Muharremin üzerine düşmesiydi herhalde .. Ama Muharremin de maşallahı
varmış, bi “mandakasa”nın altında kalıp da sağlam çıkan az insandan biridir
kendisi :)

Leave a Reply