Denizli: Eğlence Gemisi

Nası gidecez ? Trenle .. hem de bu seferki geçen seferki tren macerasından
daha da maceralısından.
Tabii ki önce geç kalarak başladık olaya .. Trafikten dolayı trenin
kalkmasına sadece 2 dakika kala kağanla birlikte sırtımızda paraşüt
çantaları, kucağımızda kendi çantalarımız ve uçabilsin diye cumhura
getirdiğimiz bir koca kanat ile koşmak adını veremeyeceğim çok komik bir
debelenme hali ile yetiştik …. yani öyle sanıyoruz çünkü kağan kaskını
arabada unutmuş. Tren zaten peronun 100 mt içinde, 100 mt de otoparka mesafe
eder 200 mt, trenin kalkmasına gerçekten 2 dk var, naapsak diye kıvranırken
kağanın gözü bizi uğurlamaya gelen barışın bisikletine takıldı, eh serde
eski bisikletçilik de var ya, bizimki bisikleti kaptığı gibi fırlamaz mı !
Olm dur gitme tren kalkacak demeden bastı gitti bu. Bizimkiler kondüktöre
gitti hemen abi dur 2 dakka bekle arkadaş geliyo şimdi geliyo filan treni
bekletmeye çalışıyolar, kondüktör de bunlara “bu trenin geciktiği her dakika
80milyon yazıyo” demiş. (bu önemli, birazdan gelicez). Derken Kağan
kaldırımlardan filan uçarak son hız geldi yetişti, tabii kaskı koyacak biyer
bulamamış … veee evet aferim bildiniz, kafasına takarak gelmiş, ama zaten
koşarak yetişmişti trene bi de üstüne bisikletle 400 mt depar, kafasında
kaskla, yazık garibim bitmiş tükenmiş, rengi solmuştu geldiğinde trene zor
bindi valla, sonraki 2 saat “yaw dişetlerim bile sızlıyo” diyodu bi yandan
terini silerken ..
Neyse bişekilde biz 2 kuşetli kompartımana 10 kişi olarak yerleştik,
muhabbet vs gidiyoruz, sonra yemekli vagona geçtik, yedik içtik muhabbet
lastik savaşı vs, sonra yine kuşetli vagonumuza döndük ama muhabbet biter
mi, gülüyoz eğleniyoz, derken yan kompartımandan yaşlıca bi adam fırladı
başladı kalaya: “sizin saygınız hiç yok mu, bu ne gürültü böyle, hastamız
var bizim uyuyamıyoruz, vs vs” .. hani güzelce söylese “pardon biraz daha
sessiz olur musunuz rica etsem” dese, ciğerimizi yese .. yoook, ööle kafadan
daldı bu, en yakınında da bizim Tankut, onun da tersine geldi, hemen ciddi
garson sesiyle, “beyamca saat daha 10 ne uyuması ?” diye gelişine cevapladı
amcayı, amca sersemledi bi an sonra “bu ne gürültü kardeşim, EĞLENCE
GEMİSİne çevirdiniz burayı” diyince biz koptuk bi anda, adamın eğlence
gemisi anlayışı nası bişeyse artık ! Ondan sonra 3 gün “eğlence gemisi”
esprilerinden geçilmedi haliyle.
Neyse saat de geç olunca biz yatalım dedik ama 10 takım paraşüt ve 10
paraşütçüyü 2 odaya sığdırmak bayaa kastırdı, bi saat uğraştık en az, sonra
yerleşti herkes, kimi müzik dinler kimi muhabbet eder, ben de THK
yayınlarından havacılık fizyolojisi adlı bi kitaptan, “irtifa aldıkça
içerdeki gazlar genleşir, bunları saklamamak, aksine yellenerek rahatlamak
gerekir, rahatsız olunuyorsa uçuştan önce fasülye ve benzeri yiyeceklerden
kaçınılmalıdır” şeklinde pasajları oda arkadaşlarımla paylaşıyorum, hatta
arada bu teoriyi pratiğe döken arkadaşlara da “eğlence gemisine çevirdiniz
lan burayı” demeyi de ihmal etmiyorum tabii.
Saatler ilerlerken ufak ufak ışıklar söndü, gaz ve horultu sesleri birbirine
karıştı ve herkes derin bi uykuya daldı … derken neden sonra gecenin abuk
bi saatinde kapımız yumruklanmaya başlayınca birden fırladık, hah dedim,
eğlence gemisinin kaptanı cinnet geçirdi bizi ztmeye geldi sonunda. Baktık
kondüktör kapıya dayanmış, kalkın vagon arızalandı, boşaltıyoruz, bu vagonu
burda (afyon) bırakıcaz. Uyku sersemi olayın vehametini kavrayamıyoruz, o
kadar eşya, uyku, lannn … Meğer bizim vagonun dingilinde fren mekanizması
kırılıp raylara sürtmeye başlamış, raydan çıkma tehlikesi atlatmışız da
haberimiz olmamış .. Neyse yapcak bişi yok, diğer kompartman sahipleriyle
beraber eşyalarımızı toparlayıp “eğlence gemimizi” terkederek yemek vagonuna
tıkıştık toplucana. Her zor günde olduğu gibi türk insanı yine birbiriyle
kaynaşarak muhabbete başladı hemen, bu arada saate bakıyorum sabaha karşı 4,
kabus gibi ! Bayaa bi süre yemek vagonunda mülteci modunda gittikten sonra
bizi boş olan pullman vagonuna aldılar da kalan zamanda biraz uyumayı
başardık bari. Bu arada haywan gibi rötar yaptığımızı söylemeye gerek yok
tabii, nedense kondüktörün garda “bu trenin rötarının dakkası 80 milyon”
deyişi geldi aklıma !

Uçuşlara gelinceeee:
29 Ekim Cuma zaten geç kalmış olarak yetiştik çökeleze. Hemen hazırlık ve
havadayız, hava muhteşem, termikler güzel, kalkıştan sonra yükselmek için
biraz debeleniyoruz ama sonunda 2600mt bulut tabanı, büyük çökeleze yolu
yarılamışız, önümde mami, arkamda akın isa ve diğerleri. Yine büyük çökeleze
ulaşmakta zorlanıyoruz 2600’den, ama bu sefer hazırlıklıyız, ben mamiye
katılarak +4 +5 bulut tabanı artık 2900’lerde, arkadan akınlar da yetişiyor
ve karar verip ovaya açılıyoruz. Bu arada ismi lazım diil bi arkadaşımızın
bütün uçuş anı kaygılarını, küfürlerini, varyosunu, soluğunu dinleyerek
bayaa bi yol alıyoruz. Gözünüzü seviim şu vox’unuzu telsizinizi kalkıştan
sonra kontrol edin.
Ova geçişi çok zor çünkü ovada termikler zayıf, bulutlar saklambaç oynuyor
bizimle, zamanlamayı çok iyi yapıp bulut daha oluşurken altında olmalısınız
ki o termikle birlikte yükselesiniz. Acılı bir ova geçisi başlıyor, mami ben
ve ömer iyice alçalıyoruz, akın bişekilde bizden daha rahat daha yukarda
geçiyor ovayı ve çardak tarafına yöneliyor, biz de peşinden gitmek istiyoruz
ama arayı geçmemiz imkansız. Bulunduğumuz yerden ancak Baklan köyü (çok
pardon valla azımdan kaçtı Baklan ilçesi, aman diyim kağanı baklan köyü dedi
diye linç ediyolarmış) sırtları olan beşparmak tepelerine yamanabiliyoruz,
böylece akını “satmış” oluyoruz :)
Ben Isa ile birlikte beşparmak tepelerinin ardına geçiyoruz ama yüreklerde
bi tüpürtü, eğer inersek sittin sene yürümemiz gerekecek, yarınki uçuşa
yetişmemiz söz konusu bile olmaz, Isa daha önce inmiş ordan biliyoruz !
Neyse ikimiz de tırmalıyoruz ve riskli bölgeyi geçerek medeniyete varıyoruz,
bu arada ben akınla bağlantıya geçip Dazkırıya indiğini öğreniyorum, o
sırada günün son termiği +6 ile beni 3500mt’ye taşıyor, bulutun altımda
oluşmaya başladığını görüyorum, gayzere oturmuş gibi yükselmek böyle oluyo
herhalde :) Böylece Akın’ın tepesine +1500mt irtifa ile geliyorum, ileriyi
kesiyorum nereye gitsem diye ama Akın kartlarını iyi oynuyor: “Abi yanımda
bi araba var bizi denizliye götürecekler”, lann diyorum öle olsun geliyorum,
basıyorum spirali çok geçmeden akının yanındayım, beraberce dönüyoruz otele.

30 Ekim Ctesi: Bir önceki günden sonra acaba 100+ çıkarmı, ancak çok hızlı
uçarsak bi şansımız olur diyerekten herkese ben erken havalanıcam beni seven
arkamdan gelsin deyip, kanadı tepemde tutarak ilk kuvvetli termik çevrimini
bekliyorum veee ayaklarımı yerden kesen ilk termiğe sardırıyorum. Ne varki
iki adet varyo ile termik dönmek bi hayli zor, özellikle bi tanesi başka
birinin takılan voxundan geliyorsa ! Yine basıyoruz kalayı bi yandan
termikle boğuşuyoruz, allahtan Tankut çok geçmeden durumu düzeltip özür
diliyor da biz de bulut tabanına varıyoruz, arkamdan tabii ki akın, mami,
tankut, levent, aslı ve sanırım herkes koparak bulut tabanına geliyor.
Termikler daha düzgün ve bulut tabanı daha yüksek bugün, büyük çökeleze
gayet hızlı ve problemsiz birşekilde varıyoruz, oradan varyomda +6’nın sesi
ve kulaklarımda vivaldinin dört mevsim – yaz partisyonu ile yeniden bulut
tabanına varıyorum. Bundan sonrası esas riskli bölge. Çivrile doğru gitmeye
karar veriyoruz ama o tarafta henüz bir bulut oluşumu görülmüyor. Normalde
bulut tabanında bekleyerek daha garantili bişekilde gitmek lazım ama 100+
zorlayacaz ya, ya hep ya hiç diyerek süzülüşe geçiyoruz kuzey doğu yönünde
Çal’a doğru. Bu sefer kulaklarımda Chris Rea – Road to Hell, manyak bir
mazara eşliğinde çok uzun bir süzülüşe geçiyoruz. Amacımız ilerdeki sırtlara
yamanıp oradan çıkacak olan termiği tam zamanında yakalamak. İrtifamız
alçaldıkça ümitsizlik başlıyor tepelere bile zor yetişecez havada tık yok.
Ben biyerde sıfır varyo buluyorum, bişi çıkarmı diye oyalanırken akın
altımdan daha alçak geçip tepelere yamanıyor ve kazımaya başlıyor, derken
biraz soaring biraz termik vs yükseldiğini görünce ben de hemen hazıra
konayım deyip kendi termiğimi bırakıp oraya yetişmeye çalışıyorum ama
yolda -4 ‘ten başka bişi yok (never leave lift: asla kaldırıcıyı terketme)
ve sonuçta sırtlara çok alçak varabiliyorum, hadi şimdi termiği bulucam
derken haayyyııııırrr diye baara baara tepenin dibine patlıyorum. Akın
tepemde döne döne yükseliyor ve çivril yönüne doğru gözden kayboluyor.
Vallaha da benden adam olmaz, adam bizi aladağlardan akşehirden ediyor,
birgün önce ben kasmayıp adamın yanına inmişim, ertesi gün eleman bizi
anında satıp çivrile uzayıveriyor! Bu da bana iyi bi ders olsun diyerek
toparlanıyorum.

Akşama Yörük otelin sıcak havuzunda camışlar senelik toplantısı düzenleyip,
ortalığı iyice “eğlence gemisi”ne çevirdikten sonra otel müdürünün “rica
etsem biraz yavaş, havuzun denge deposu taştı da” uyarısıyla kendimize
geldikten sonra denizli Candoy kebapçısında yediğimiz tandır ve kazığın
ardından topluca Dalisa tesislerini yağmalamaya giden gruptan hızını
alamayanlar box sütunundan sekip birbirlerine de bikaç tane ekleştirmişler
arada. Kalan sağları toparlayıp muhabbete otelin karşısındaki kafede devam
ettik.

31 Ekim Pazar: Bugün ağırdan almak, acele edip önden çıkmamak, arkadaşlarla
daha çok vakit geçirmek gibi bir niyetim var. Kalkışa vardığımızda rüzgar
dolu dolu ve fazla soldan (doğulu) geliyor. Havada bulut oluşumu pek yok ve
rüzgar da inatçı şekilde düzelmiyor. Halbuki ben de çok merak ettiğim bi
kanat olan zoom’u denemek istiyorum. Bakıyorum arada bir önden termik
çevrimleri geliyor kısa süreli de olsa, kanadı alıp hazırlanıyorum, o sırada
termik çevrimi geçmiş rüzgar uygun değil, ben beklerken millet de etrafımda
bakalım naapcak bekleyişinde. Allam stres faktörü diye bişey var şu hayatta
di mi ! Derken bi termik geliyor ve ben kanadı çektiği gibi atıveriyorum
kendimi rotorlu termiklerin içine. Önce kalkışın önünü şöyle bi kolaçan
ediyorum, pek fazla bişi yok, fazla oyalanmadan kalkışın solunda öndeki
tepenin önüne gideyim diyorum, rüzgarı karşılayan doğu yüzüne yetişebilirsem
oradan çıkarım kesin diye hesaplıyorum ama bastırıcı rotorun dayanılmaz
ağırlığıyla deli gibi çökünce kuyruğumu kıstırıp aynen geriye topukluyorum,
iyice alçalmışım, arka rüzgarla inişe yetişmek derdindeyim, bu sırada millet
yukarda “aha patladı herif” deyip çoktan arkasını dönmüş bile, ben telsizden
“ali abiyi gönderin aşşa” dememe rağmen “olm dur iki dakka daha ayağın yere
değmedi” diyerek bana benden çok güvenen tankut’a da teşekkürler bu arada :)
derken hop ufak bir kaldırıcı, lan bi döneyim ne kaybederim derken kazımaya
başlıyorum, olurdu olmazdı derken ufak ufak yükseliyorum, bütün derdim
kalkışa geri dönebilmek, sonunda termiğe kitleyip yükselmeyi başarıyorum ve
güzel bi dop landing ile tekrar dostlar arasındayım, sederene teşekkür edip
kanadını teslim ediyorum. Bu sırada hilmi hazırlanmış, bir dust devilin
arkasından kalkış yapıyor ama benim kadar şanslı değil, güzel bir frontal
show ardından aşağıya patlıyor. Sonrasında hep beraber toparlanıp dinamite
gidiyoruz, pek bi termik yok, düz uçup aşağıya inerek günü kapatıyoruz

Leave a Reply