Federasyon: genel bir bakış

Siz bir spor ile uğraşıyorsunuz. Bölgenizde bu konuda zaten daha önce bir
organizasyon (dernek vs) varsa ona üye oluyorsunuz, yoksa yeteri kadar insan
bi araya gelip böle bişeyi siz kuruyorsunuz. Böylece iştigal ettiğiniz
konuyla ilgili olarak isteklerinizi/sorunlarınızı sizin adınıza her türlü
platforma götürebilecek bir tüzel kişilik oluşmuş oluyor, ve bu tüzel
kişiliğin gücü sinerji sayesinde bağımsız bireylerin gücünden daha fazla
oluyor. Organizasyonun üyeleri, organizasyon tarafından TEMSIL ediliyorlar.

Sonra bi gün bi bakıyosunuz ülke çapında başka yerlerde de sizinkine benzer
oluşumlar var ve onlar da sizinle aynı sorunları çözmeye çalışıyor. Bu sefer
ne yapıyorsunuz, yerel organizasyonların üyesi olduğu bir üst organizasyon
oluşturuyorsunuz. Bu üst organizasyonda her alt üye organizasyondan bir
TEMSILci bulunuyor. Yani üst organizasyonu meydana getiren alt
organizasyonlar, üst organizasyon içinde TEMSIL ediliyorlar.
Biz de bu üst organizasyona FEDERASYON diyoruz.

Böylece, bir organizasyon ağacı içinde, en küçük bireyler, en üst düzeylere
kadar TEMSIL ediliyorlar. Bu, federasyonun temel amacı.
Demokratik ortamlarda, her kişi ve kurum, demokratik olarak kendi seçtikleri
TEMSILciler tarafından bir üst seviyede TEMSIL ediliyorlar. Bu da,
federasyonun temel yapısı.

Çok teorik gittiysek hemen basit bir örnek verelim:
Denizlideki pilotlar artık yeteri kadar sayıya ulaştıklarını düşünüp
DENHAVKı kurarlar. Demokratik bi şekilde seçim yaparlar ve kendilerini
TEMSIL edecek bir yönetim kurulu seçerler. Bu arada Istanbul’da Albatros,
Ankara’da Flying Turkeys ve İzmir’de Deadalus da resmi kuruluşlarını
tamamlamıştır. Daha sonra bu organizasyonların yönetimleri bir araya gelerek
ortak sorunlarını çözmek amacıyla bir federasyon kurarlar, yine demokratik
bir seçimle bir federasyon başkanı ve başka gerekli kişiler seçilir. Bu
federasyon da FAI ve diğer organizasyonlara üye olur. Artık her pilot kendi
yerel bölgesindeki organizasyona üye olarak KENDİ SEÇTİĞİ KİŞİLER TARAFINDAN
en üst düzeye kadar TEMSİL EDİLİR.

Buraya kadar büyük harfle yazarak vurgulamak istediğim noktalara bakarsak,
benim için federasyonun anlamının, demokratik olarak kendi seçtiğim kişiler
tarafından temsil edilmek olduğunu sanırım anlatabilmişimdir.

Eğer THK’na federasyon yetkisi verildiyse biz orada nasıl temsil ediliyoruz
? Bizim seçmediğimiz ve bizi temsil etmeyen bir kurul/kurum bizim hakkımızda
bağlayıcı ve yaptırımı olan kararlar alabiliyor ve alabilecekse bu nasıl
federasyon, bu nasıl demokrasi ?
Şimdi bu noktada THK’yı suçlamanın hiiiiç bi faydası yok arkadaşlar. Siz
istediğinizi söyleyin, adamlar ne diycek “aa haklısınız, pardon!”mu ? :))

Bu noktada yapılması gereken, federasyona giden süreci hızlandırmaktan
ibarettir. Zaten çoktan bu yoldayız ve bu konuda da küçümsenmeyecek bir yol
aldık. Her geçen gün bu sporu yapanların sayısı, dolayısıyla taban artıyor.
Daha dün ülkede bu konuda hiçbir sivil dernek yokken bugün sayıları
artmakta. Yarın bu dernekler vs yeteri bir taban oluşturunca sıra
federasyona gelecek.

THK’nın federasyon yetkisi alması demek, THK’nın federasyon olmuş olduğu
anlamına gelmez, yani gerçek bir federasyon kurulmasına engel değil (ama bu
engel olmaya çalışmayacakları anlamına gelmiyo). Sadece doğal yollardan bir
federasyon doğana kadar geçen boşluğu dolduracaklar.
Sonra ne mi olacak, eğer resmen federasyon olamazsak da gölge federasyon
olacağız, bir süre THK ile yetki çatışması yaşayacağız (hem kendi devletimiz
nezdinde hem de yabancı üst kurumlar (FAI,vs) nezdinde) ama eninde sonunda
pilotları gerçekte kim TEMSIL ediyorsa herkes onu tanımak zorunda kalacak ..
işin doğası böyle işliyor çünkü, TEMSIL kimdeyse, güç onda ….

Bunun güncel örnekleri çeşitli ülkelerde yaşanıyor halen.. hatta bazıları
hızını alamamış iki federasyon kurmuşlar birbirleriyle dalaşıyolar, yetki
senin yetki benim diye, FAI filan da hangisini tanıyacağını şaşırmış :) Bu
gibi hatalara da düşmezsek, almanyadaki DHV veya ingilteredeki BHPA benzeri
doğru dürüst bir federasyona sahip olmamamız için bir sebep göremiyorum,
tren kaçmış filan değil arkadaşlar, çünkü o treni bizim yapmamız gerekiyor.
Bu bağlamda dernekleşmek, toplanıp ortak kurallar/eğitimler konusunda
anlaşmak gibi adımlar gayet sağlam adımlardır ve devamlılıklarının
sağlanması gerekir.

Bu arada abi hemen işe koyulalım, bi ay bilemedin iki ay içinde bu işi
halledelim diyenlere de allah kolaylık versin diyorum, çünkü herşeyden önce
bu bir süreç işi .. yetersiz altyapıyla sağlam bir federasyon
oluşturamazsınız.
Öncelikle bu sporu yapan kişi sayısı artacak (her geçen gün artıyor zaten),
daha sonra bir takım sorunlar yaşanacak (malum) ve bu sorunların çözümü
yönünde doğal bir istek belirecek (bu da hakeza), insanlar bu sorunlarını ve
seslerini tek tek değil bir TEMSIL sistemi içinde çözebileceklerini
farkedecekler (gün aydı çoktan) sonra örgütlenme başlayacak (dernekler
kurulmaya başladı bile) ve yerel bazda örgütlenmeler yeterli bi düzeye
geldiği zaman (hadi, hadii) sıra federasyona gelecek (azz sonraa).

Tabii bu anlattıklarım işin çook genel bir görünümü. Arada konuşulması,
çözülmesi gereken sayısız detay var, ama bu detaylarda boğulmadan önce
kurmaya çalıştığımız sistemin özünü hatırlatmak istedim.

Ben federasyonlu günleri ne çok yakında ne de çok uzakta görüyorum, sonuçta
bu hiç bitmeyecek bir süreç, biz de en iyisi hep işin başında olduğumuzu
düşünüp, “türk gibi başlama” deyiminin hakkını verelim, hadi bakalım kolay
gelsin.

Ne güzelsin sen yamaçparaşütü

kambersiz düğün olur mu hiç, biz de denizlideyiz,
uçuş olmasa da muhabbete geliriz,
gelemeyenlerin bayramını kutlar gözlerinden öperiz,
ama sonra kıskanmaca yok, biz gidiyoz sizi de bekleriz,

sabah kalktım içtim sütü,
uçamayalı olmuş ayın onüçü,
düzelmez bir türlü havalar kötü,
hasret kaldık sana yamaç paraşütü

bulutlar kadınlar gibi,
kadınlar ayın ondördü,
yarın yollar kar tipi,
hasret bağladı gözümüzü,

aşık hakan’ım ben uçtum bununla,
kar tipi demedim düştüm yollara,
aşık oldum kar beyaz bulutlara,
sitem ederim gösterip de varmayanlara

gördüğünüz gibi sıkıldım ben işten,
selamlarım hepinizi en içten,
bir ilham gelmiş gaipten,
bayarım böyle hariçten

patron geldi yakalandık aman,
hayallere daldık gittik biran,
hastayım muhabbete, denizli derman,
bana müsaade, öptüm yanaklarınızdan

Aladağlar

Bendeniz ise dağcılık geçmişimin depreşmesi ile kendimi Niğde-Aladağlar’da
buluverdim. Bi punduna getirip kanadımı da götürmeyi başardım. Ilk gün (26
Ekim cuma) Emli vadisinin başındaki Sarımemet kamp yerinden (1700mt) Eznevit
tepesine doğru 2200mt irtifadaki uygun bi kalkış yerine tırmandım. Hava
şartları, dağ-vadi sistemlerine uygun şekilde anabatik bi haldeydi. Yalnız
stratosferdeki bulutlanma nedeniyle termik etkisi çok zayıftı maalesef.
Kanat çırpmadan tutunmaya çalışan kuşların arasından kısa, sembolik ama çok
güzel bi uçuşun ardından kamp yerindeki çadırımın yanına indim. Benimle
beraber yukarıya tırmanmış olan arkadaşlar yaklaşık bir saat sonra yürüyerek
aşağıya indiklerinde, gözlerindeki kıskançlığı görmeliydiniz :)
Uçuşun fotoğraflarını en kısa zamanda hazırlayıp haber vercem.

Bu arada böyle büyük ve wahşi dağlardan uçmak isteyen arkadaşları uyarmak
istiyorum, çok dikkatli olmalılar ve kondisyonları da çok iyi olmalı ..
aksi taktirde yüzlerce metre beni izleyip iniş yerinde hoşgeldin partisi
düzenleyen beş azman çoban köpeği, en büyük tehlikeyi arzedebiliyor :)

Abant XC

Neredeyse 5 senedir gideriz Abant’a. Orayı bize öğreten Hakan Öge, güney
kalkışından kalkıp 3000’lere nasıl sardırdığını, Cb’lerin gazabından nasıl
kurtulduğunu güzel fotoğraflar eşliğinde anlatmıştı bize. Amma ve lakin ben
bu 5 sene boyunca bi türlü kalkışın 200mt üzerinden daha yukarıya
çıkamamıştım. Artık bunun mümkün olamayacağını, pavlovun deneyindeki köpek
gibi “öğrenilmiş çaresizlik” misali kabullenmiştim. Beceriksizliği kendimde
aramamak için de, “ee, mevsimler değişti tabii, nerde o eski termikler”
filan diye hayıflanıyoduk.
Pazar günü de yine böyle bi psikolojiyle, yanıma ne gps, ne fotoğraf
makinesi almadan, bi tişort üzerine tulumla çıktık uçuşa. Neyse bi termik,
bi termik daha derken kendimi kalkış + 1300 (yaklaşık olarak 2900mt ASL)
lerde buluverdim, inversiyonu da geçince aman allahım, o ne manzara, o nasıl
bir göl manzarası anlatamam ..Tabii bu arada b.kum donuyo yukarda o ayrı,
neyse baktım zaten rüzgar sürüklemiş beni bolu’ya doğru, kalkışa dönsem anca
dönerim, boşveer 5 senede bi defa yakalıyoz bunu deyip kalkışa arkamı
dönüverdim ..
Sonrasında arka rüzgarla gidebildiğim kadar gidip abuk bi vadinin içinde
biyerlere iniverdim. Mesafe galba o kadar kayda değer değil ama o manzara
hala gözlerimin önünde .. Herkese tavsiye ederim, darısı başınıza ..

Bozdag ve XC antremeni

Jandarmanın ordan çıkıp 1 saat kadar uçtuktan sonra tam gelip top-landing
yapacakken çaktırmadan kalkışın sağına (batıya) doğru kopan 2 kırmızı 1 mavi
kanat görünce kanbersiz düğün olmaz ki ama deyip ben de onlara doğru
uzadım. İki kırmızı kanat bayaa ilerdeydi, ilk olarak maviyi yakaladım,
meğerse biz havadayken izmirden gelip bize katılan Mamiymiş o mavi .. Daha
sonra benim peşime de bi mavi kanat daha takıldı ve böylece 5 kanat olduk.
Öndeki iki kırmızıyı yakaladığımda onların da Taylan ve Cumhur olduklarını
gördüm, arkamdan gelen ise Hasan idi. Üçüncü termikte artık hepimiz biraraya
gelmiş hep beraber dönüyorduk. Birara Cumhurla karşılıklı dönerken
“Gidelimmiiiii, dönelimmiiiii” diye bağıra çağıra karar vermeye çalıştık.
Termiği bitirdiğimize karar verip “Giiiiiit, uzaaaaa” diye bağırıp speede
asıldık akabinde .. Grup uçmanın bütün faydalarını kullandık tabii …
Termiği ilk bırakan önden gidiyor, arkadakiler onu bi önceki termikte
bekleyip, öndeki yeni bi termik bulunca hemen vakit kaybetmeden ona
katılıyolardı, nasıl bir keyif anlatamam :)
Uçuşun hedefi batıda görülen kel boz renkli yüksek bir tepenin üzerinde
görülen orman gözleme evi idi. Yaklaşınca gördük ki, bu tepenin önünde
geçilmesi gereken dar ve dik bir vadi varmış. Oralarda fazla da termik bulup
yeterince yükselemedik, zaten bayaa bi karşı rüzgarla ilerliyorduk. Yine de
tepeye doğru saldırıp bi şansımızı denedik ama sonuç olarak ilk önce ben,
ardımdan da Taylan Hasan ve Mami tepenin eteklerindeki vadinin içine abuk
subuk biyerlere indik. Cumhur vadiye girmeyerek aramızdaki tek akıllı
olduğunu göstermiş oldu :)

Gidilen mesafe itibariyle pek bişey ifade etmese de, benim için neredeyse
ilk defa 5 kanat birlikte yapılan bir uçuş olduğu için çook güzeldi, böyle
bir faaliyetin gerçekleşmesini mümkün kılan bütün arkadaşlara, başta
organizasyonu yapan ve bizleri davet eden deadalus olmak üzere teşekkürü bir
borç bilirim, tekrar sağolun arkadaşlar :)

Kaş – Sinekçibel XC

Temmuz ortalarında listeye attığım çağrıya cevap veren bir
avuç insanla Kaş’ta buluşup öncelikle hep beraber sıcaktan ve nemden iyice
bir bunaldık. C.tesi ve Pazar günleri Kaş’ın 600mt irtifalı İzne ve 1000mt
irtifalı kalkışlarından çeşitli düz uçuşlar yaptık, denize girdik ve devamen
sıcak ve nemden bunaldık. Hava da zayıftı, Kaş’ın üzerinde tutunmak pek
mümkün olmadı (tutunan tutundu gerçi ya:) ama o güzel bulutlu termikler
yerine yüzünüze vurunca bi anda yapış yapış yapan bölük pörçük hava akımları
vardı sadece .. Havada bulandık, inişte bunaldık …

Sonunda P.tesi günü sabahtan toparlanarak yola çıktık. Kaş’tan Elmalı’ya
giden yol üzerinde Karaovabeli geçidi tabelasına varmadan birkaç km. önce
yolun sağından geriye doğru ayrılan, işaretsiz tabelasız, toprak bir yola
saparak, orman gözetleme evine giden yola girdik. Minibüsümüz kalkış
noktasına birkaçyüz mt kala bizi bıraktı, gerisini yürüdük…

Kalkış yerinde herkes hazırlanmaya koyulduğunda termikler 15-25km
rüzgarlarla bize hoşgeldin diyordu. İlk kalkan Yiğit oldu. Arkasından Arif
ve Arslan fırladılar. İlk 3lü kalkışın önünde biraz turladıktan sonra daha
kolay takılabilecekleri ileri bir noktaya gittiler. Bu sırada ben de
kalkarak diğerlerini beklemeye başladım. Benim arkamdan Can ve Muharrem de
kalktılar ve biz de 2. 3lü olarak kalkıştan biraz açıldık. Bu sırada bizi
beklediğini sandığımız ilk grup arayı bi hayli açmıştı bile .. Sonunda
kahvaltısını bitiren Kağan, ve arkasından Hasan da havalandılar. En sona
kalan Mehmet ise kalkışta paraşütü hasar gördüğü için uçamayarak yerde
kaldı.

Kalkışlar tamamlandığında ilk grupla son grup arasında yaklaşık 10 km mesafe
vardı. Ben, hemen arkamda beni izleyen Can ve Muharrem ile birlikte ilk
grubu uzaktan gözlemleyerek nerelerin çalıştığını anlamaya çalışarak
ilerlemeye başladık. Arif, Yiğit ve Arslan görebildiğim kadarıyla sırtların
ve dağların üzerinden giderlerken, ben daha çok sırtlarla Ortabağ, Günçalı,
Yazır köyleri arasındaki hattı takip etmeyi yeğledim.

İlk 1 saatin sonunda 20. km’de Yazır’ın olduğu vadiye ulaşmış ve şiddetli
vadi rüzgarının yarattığı korkenç türbüllerle uğraşmaya başlamıştık. Ben bi
yandan salavat getirerek vadi yamacına yamanırken, Can benim peşimden
gelmeyi, Muharrem ise daha iyi çalıştığı gözüken vadinin güney (Alacadağ)
yamaçlarına doğru açılmayı tercih etti. Bugüne kadar gördüğüm en dönülemez
parçık pinçik roket termiklerde tırmalarken bi ara Can’la aynı termiği
dönecek gibi olduysak da Can kasmayarak vadiye açılmayı tercih etti.
Ve bundan sadece 5 dakika sonra ben +4m/s termiği sömürmeye çalışırken
Can 500mt ilerimde +8’lik bi termikle beni sollayarak 2800mt’ye fırladı. Bu
sırada sanırım Arifköy’ün üzerinde bir yerlerdeydik. Bir ara kafamı
kaldırdığımda 500mt kadar üzerimde benim termiğin oluşturduğu bulutun
altında Arifi gördüm. Tabii devamen ona ulaşmaya çalıştım ama benim +4’lük
zayıf(!) termik 2500mt’de inversiyonda stop etti maalesef ..

Yazır köyünün olduğu vadiyi doğuya doğru boylamasına katettikten sonra
önümüzde Beydağları ile aramızda kalan son bir vadi vardı artık. Arifi en
son gördüğümde o çoktan Kızlar sivrisinin yolunu tutmuştu bile. Böylece Can
güneyden ve ben kuzeyden olmak üzere Beydağlarıyla aramızda kalan son vadiyi
de geçmeye başladık. Uzun bir süzülüşten sonra irtifamızın çoğunu yiyerek
çapraz rüzgarla kendimizi vadinin karşı Beydağları tarafına attık Can ile.

Bu sırada telsizden konuştuğum Kağan, havada öğlen yemeğini bitirmiş,
bulduğu bir “şarj” noktasında irtifa depolamakla meşguldü. Dediğine göre
termiği dönmüş dönmüş, termik inversiyona gelince “2500mt’niz var
harcicekmisiniz?” diye sormuş, Kağan da “Yok yok, biriksin biriksin” diyerek
inversiyonun üzerine 300 mt daha kasmış :)
Kağana nerede olduğunu sorduğumda ise ya “şu tepesinde bulut olan tepenin
solundayım” gibi son
derece net bir tarif veriyor, ya da “bi dakka” diyip fren kulplarını
yerlerine çıtçıtlayıp elindeki haritaya dalıp gidiyodu … Neyse sonuç
olarak geriden biyerlerden geliyodu işte ..

Bu esnada Can ile ben yeni bir survival olayına girmiştik bile. Benim gözüm
beydağlarının üzerinde oluşmakta olan kocaman bulutlara takılmış, oraya
nasıl çıkarım diye kafayı çizmekle meşguldüm. Yolda gelirken baktığım bulut
gölgeleri, irtifadaki meteorolojik rüzgarın kuzeyden estiğini söylüyordu.
Fakat içinde bulunduğumuz vadide rüzgar güneyden ve büyük ihtimalle deniz
meltemi (sea breeze) etkisindeydi. Eh, kuzeyden esen rüzgar, güneyden esen
rüzgarla mutlaka biryerlerde karşılaşmak zorunda olduğuna göre bunun bizim
için tek bir anlamı oluyor: Convergence (türkçesi yok mu bunun?). Bedava
termik anlamına gelen bu konvercıns nanesini bulabilmek için içinde
bulunduğum vadiden rüzgarı arkama alarak kuzeye doğru salıverdim kendimi.
Ama 5 dakka sonra nası da kocaman sıçtığımı anladığımda çok geçti ..
Gittikçe daralan çok derin bir vadide irtifa kaybederek daha da kötü gözüken
bi
yerlere doğru gidiyodum. Son anda dar bir boğaza girmeden hemen önce
vazgeçerek geldiğim yere doğru döndüm ama 20-30 km kafa rüzgarı bana en
fazla 10 km’lik bir yer hızı veriyordu. Hatta zaman zaman çarptığım
termiklerin etkisiyle geri geri sürükleniyordum. Yanlış kararı verdiğim
noktaya geri dönmem tıbben imkansız gözüküyodu ama bu sefer mücadeleyi erken
bırakmamaya kararlıydım. Zor bela biraz ilerleyerek
antik bir şehrin üzerine doğru alçalmaya başladım. Sonradan adının Arykanda
olduğunu öğrendiğim bu antik şehrin anfi-tiyatrosu bana çook ihtiyacım olan
güzel termikleri sağladı sağolsun. Böylece yavaş ve zahmetli bir şekilde
beydağlarının sırtlarına tırmanarak yükseldim ve kuzey rüzgarının irtifadaki
etkisinden de yararlanarak vadi rüzgarından kurtuldum ve 5 dakikada gittiğim
mesafeyi 1 saatte geri dönmeyi başardım.

Bu sırada Can doğru olanı yapmış ve güneye Yalnız köyüne doğru uçmuş, hatta
oraya inmişti bile. Ben Beydağlarının sırtlarında ne kadar tırmaladıysam da,
termiklerle sırtları takiben dağ içine doğru sürüklenmeyi (drift) göze almak
istemediğim için bir türlü arkadaki bulutlara çıkamadım.

Bu sırada irtifadaki manzara muhteşemdi: Arkamda sinekçibel ve susuz
dağları, solumda kızlar sivrisi ve beydağları, önümde uzakta Tahtalı dağı,
ve sağımda uzakta Finike ve Akdeniz. Tek kelimeyle muhteşemdi.

E, konvörjıns’ı bulamadık, Kızlar Sivrisine tırmanamadık, geriye zaten tek
yol kalıyordu: Finike üzerinden Akdeniz. Speed’e asılıp kafa rüzgarında az
evvel Kağanın ve Canın indiği Yalnız köyünün üzerinden geçerek, Finikeyle
aramda kalan boğaza doğru saldırdım. Boğaza doğru giden sırtlarda güzel
termik bulup yükselmeyi umut ederken beni, Kaş’tan çok iyi tanıdığım, tuzlu,
nemli ve sıcak leş gibi bir deniz havası karşıladı. Tabii ne termik ne başka
bişi, aynen kös kös geri dönüp Kağanın indiği benzinciye indim.

Böylece 3.5 saatlik güzel bir macera da son bulmuş oldu. Kağan ve ben 36.
km’de Yalnız köyünden Finikeye doğru 2 km sonra bir benzincide beklerken,
bize çay ikram eden benzinci “her sene buraya birileri iner” deyince bu
noktanın geçilmesi zor bir kilit olduğunu teyid etmiş oldu.
Bu sırada telsiz ve telefonla konuştuğumuz diğerlerinin de Yalnız-Arifköy
arasında çeşitli yerlere indiğini öğrendik. Hepimizden farklı bir rota
izleyerek kuzeyden giden Yiğit, efsanevi könverşansı yakalayarak tahmini 40.
kilometrelerde Elmalı tarafında Büyük Süğle gibi biyerlere inmiş. Retrieve
arabamız önce Elmalı tarafına gidip Yiğiti alarak geri döndü ve Can, Kağan
ve beni aldı.

Efendim ? Arif ne mi oldu ? Valla onu indiği 64.km’den toplamaya gitmeden
önce biz bi alabalık çiftliğine çekip bi güzel afiyetle ziftlendik, valla da
iyi geldi :)
Sonrasını hiç sormayın, gecenin karanlığında arkada sağa sola dağılmış,
kollar bacaklar kasadan dışarı sarkar bi vaziyette uyuyakalmış bi halde son
sürat ilerlerken gecenin en unutulmaz olayı, Yiğitin uyuduğu yerden yerde
yatan Muharremin üzerine düşmesiydi herhalde .. Ama Muharremin de maşallahı
varmış, bi “mandakasa”nın altında kalıp da sağlam çıkan az insandan biridir
kendisi :)

ÇöXCelez

Yer: Denizli, Çökelez …
Take-off’ta, ıslık çalarak aramıza dalan ve şapkalarımızı başımızdan alan
bir dust-devil ile hoşgeldin seremonisi …
İlk termik +4m/s ile 500mt ATO,
İkinci termik +8m/s ile 3360mt ASL (2100mt ATO) bulut tabanına, muhteşem bir
manzara …
Bulutlar arasında -8.8m/s ile geçiş,
300mt AGL’de +2m/s’den +10.1m/s’lik “core”a giriş … (gerçekten “core”muş
:)
ve bu “core”u spiralle ve zaman zaman kanadın üzerine çıkarak !! dönüş …
Trim hızında 60km/h yer hızı ile glide …
26.km’de yol kenarına iniş …

Valla bugün ne ağzımı kulaklarımdan toplayabiliyorum, ne de bi iş
yapabiliyorum bunları düşünmekten ..
Sanırım yukarıdaki teknik detaylar sizlere uçuş hakkında bi nebze fikir
verebilmiştir,

Kısa zamanda fotoğrafları da siteye koymaya çalışıcam,

Darısı sizlerin başına :)

Yer: Denizli, Çökelez …
Take-off’ta, ıslık çalarak aramıza dalan ve şapkalarımızı başımızdan alan
bir dust-devil ile hoşgeldin seremonisi …
İlk termik +4m/s ile 500mt ATO,
İkinci termik +8m/s ile 3360mt ASL (2100mt ATO) bulut tabanına,
muhteşem bir manzara …
Bulutlar arasında -8.8m/s ile geçiş,
300mt AGL’de +2m/s’den +10.1m/s’lik “core”a giriş …
(gerçekten “core”muş :)
ve bu “core”u spiralle ve zaman zaman kanadın üzerine çıkarak !! dönüş …
Trim hızında 60km/h yer hızı ile glide …
26.km’de yol kenarına iniş …

Valla bugün ne ağzımı kulaklarımdan toplayabiliyorum, ne de bi iş
yapabiliyorum bunları düşünmekten ..
Sanırım yukarıdaki teknik detaylar sizlere uçuş hakkında bi nebze fikir
verebilmiştir

Continue reading “ÇöXCelez”

Bulutlar ve Kadınlar

Bazan yeni bi haftanın ilk gününün sabahı, iş yapmamak için en kuvvetli
ilhamların sizi sarmaladığı anlardan biridir.
İşte bu pazartesinin, ve bir pilotun hayat memat tecrübelerinin çetrefil bir
ürünü … iyi eğlenceler :)

FirtinaBulutlari

 

Bulutlar da kadınlar gibidir:

– Anlaşılmaları zordur: Bi buluta bakıp ne halt edeceğini bilmeniz zor
iştir, çok iyi gözükür ama yanına ulaştığınızda ortadan yokoluverir, yüz
vermezseniz de habire daha da güzelleşirler.

– Gösterip de vermezler: Altı dümdüz, üstü bembeyaz pofuduk pofuduk, buram
buram kaldırıcı (termik) kokan bulutlar, altına girdiğinizde kaldırıcı filan
vermezler, teorinin neresinde yanlış yaptım diye düşünürken bastırıcı da
düşmektesinizdir. Bulut da kaybolmaktadır zaten … İndiğiniz yerde, bi
dahaki sefere teoriyi fazla sallamayıp, biraz da pratiğe ağırlık vermeye
karar verirsiniz nedense …

– Güzelliğin timsalidirler: Düşünsenize, masmavi bi gökyüzünde ufka kadar
uzanan pofuduk, karbeyaz bulutlar, bulut caddeleri, caddelerdeki bulutlar
… kuğu gibi süzülürlerken seyrine doyum olmaz, bakmaktan boynunuz ağrır,
önünüzdeki fani insanlara, çöp kutularına filan çarparsınız, başka bişey
görmez/düşünmez olursunuz. Bütün pilotlar onların etrafında pervane olurlar,
döne döne onlara ulaşmaya çalışırlar, “ateşe yanan pervaneler gibi…”

– Kararsızdırlar: Tam güzel güzel termik dönmektesinizdir, bi anda
bastırıcıya dönüşür, hay allah diye başka bi buluta yönlenecekken bi daha
kaldırırlar. Uğraştırırlar yani … Ama mücadeleye devam ederseniz, sonunda
genellikle güzel bir kaldırıcıyla mükafatlandırılırsınız … Uzun soluklu
mutlulukların (XC) sırrı buradadır işte …

– Gözlerinizi kör ederler: Kendinizi kaldırıcının kollarına, mutluluktan
sarhoş bi şekilde bırakırsınız ve daha nooldum demeden kendinizi bulutun
içinde(!) buluverirsiniz. Artık oradan çıkmak için çok geçtir, çünkü gözünüz
başka bişey görmez :) Büyük mücadeleler sonunda buluttan çıktığınızda ise
artık başınız dönmüş ve perişan bi haldesinizdir (Ehuehue:)

– Dış görünüş aldatır: Bulutsuz kalmış ve alçalmaktasınızdır. Son bi ümitle
şu ufak tefek, sefil görünüşlü buluta doğru yönelirsiniz. Kaldırıcı en fazla
1 veya 2’dir. Ama buluta yaklaştıkça karakter değişir, (7)5 – (7)6’lık bir
kısrağa, hatta (7)7 – (7)8’li(k) bir afete dönüşür, bi yandan zevkten
başınız dönerken, diğer yandan endişelenmeye başlarsınız (Bkz:Gözlerinizi
kör ederler)

– Ulaşılmazdırlar: En güzel görünen bulutlar hep en uzaktakilerdir. Amma ve
lakin, ya siz onlara ulaştığınızda artık size kaldırıcı veremeyecek durumda
olurlar, ya da etraflarında o kadar çok ‘sink’ vardır ki oraya ulaşmaya
çalışırken kendinizi yerde buluverirsiniz. Bu durumda ya size daha yakın
olanlarla yetinecek, ya da ‘O’na ulaşmak için yakınınızda olanları
kullanacaksınız (adice). Aslında eğer anlamayı başarabilseniz, yakınınızdaki
bulutların o uzakta görünenden çok daha ‘verimli’ olabileceğini
görebilirsiniz :)

– Yarı yolda bırakabilirler: Siz tam kaldırıcının tam ortasına oturmuş, deli
gibi yüxelirken, sizin bulut tabanına ulaşmanızı beklemeden boşalabilirler
(yağmur). Artık siz sink’seniz de sink’mesenizde umurlarında olmaz …
Kimisi de boşalma taklidi yapar, yağmur yoktur ama mega sink vardır …
Hayskym diye koşarak (speed ile) delicesine oradan uzaklaşırsınız ..

– Kimileri Alçakgönüllüdür: Sizin de çok iddialı olmadığınızı bilirler,
sadece biraz eğlenmek istiyorsunuzdur, size yakın dururlar, kolayca hafif
bir kaldırıcıda sadece bikaç yüz metre yüxelip yanlarına gidebilirsiniz.
Muhteşem diillerdir ama genellikle en eğlencelisidirler ..

– Tandem olayı: (Bkz: Orgi)

– B: Kimileri Wahşidir: Evet oradadırlar ve ulaşılabilirler, ama dikkatli
olmalısınız çünkü istediğinizden fazlasını alabilirsiniz. Kendinizi bi an
10+ ‘core’ların içinde bulabilirsiniz, orada tutunmak çok zordur ama artık
isteseniz de bırakamazsınız, çünkü eğer onu yarı yolda bırakmaya kalkarsanız
kanopinizi başınıza geçiriverirler.

– En kötü rüyalarınızı gerçek yaparlar: Güzel güzel termik dönerken bi anda
kendinizi kontrolsüz bi şekilde fezaya yükselirken bulursunuz. Bir anda
buluta girmiş ve hazırlıksız yakalanmışsınızdır. Bu, bokun vantilatöre
çarptığı andır (When the shit hits the fan). Ne yöne dönerseniz dönün durum
sadece daha da kötüye gider .. Kurtulmak için yaptığınız spiral gibi nafile
çabalar sizin sadece mega kaldırıcıyı ortalamanıza yarar. A kolonlarını
komple çekip bacaklarınızın altına sokmak gibi yaratıcı fikirler bile (Bkz:
CrossCountry: Croatian Survivor) sizi bu durumdan kurtaramaz. Kafanızın
üstünde durmak istemeyen kanopipinizi daha fazla dizginlemeye çalışmanın
haybeye olduğunu düşünüp biraz relax olmaya karar verdiğinizde bunun yanlış
bi düşünce olduğunu çok geç farkedersiniz, çünkü artık sizi sarmalayan
kumaşların ve iplerin(!:) içinden çıkmaya çalışmakla meşgulsünüzdür. Panik
içinde attığınız yedek ise saatte 100 km’ye varan yukarı akımlar sayesinde
sizi 8000 mt’ye doruğa en kısa sürede çıkaran alet olacaktır. Eğer
hipotermi, hypoxia, yıldırımlar tarafında çarpılma ve dolu taneleri
tarafından dövülerek öldürülme gibi (bulutlarla ilişkilerinizde korunun:
başınıza kask takın) tehlikeleri de atlatır ve yedekle XC rekoru kırmış
biri olarak
dünyaya sağlimen dönmeyi başarabilirseniz, bi dahaki sefere bulutlara daha
temkinli yaklaşırsınız .. Bu da size iyi bi ders olmuş olur …

– En güzel rüyalarınızı gerçek yaparlar: Yavaş yavaş onları anlamaya
başladıkça, onlarla daha güzel vakit geçirebilmeye başlarsınız. Hangisine
yaklaşıp, hangisinden uzak durmanız gerektiğini bilirsiniz (Bkz: kötü
rüyalar)Artık zamanlama konusunda da bir uzmansınızdır, uzaktan pek de
bişeye benzemeyen bir bulutun biraz sonra güzelleşeceğini bilir, iyi bir
zamanlamayla altına girer, kaldırıcı bastırıcı demeden nazını çeker, ve
sonunda güzel bir kaldırıcıda tabanına ulaşırsınız. Sizi içine çekmek için
wahşice davranmazlar (See: B), nazik, serin ve tertemizdirler, keyif ve
güven içinde beraberce yeni maceralara doğru drift edersiniz …. Ayrılma
vakti geldiğinde de kanopinizi başınıza geçirmezler (no mega sink), dostça
ayrılırsınız …

Sürç-ü lisan ettiysek affola,

Bağcının hikayesi

Koskoca bir bağ düşünün …. içinde siz ve arkadaşlarınız var … herkes

birbirine eşit uzaklıkta ve yakınlıkta duruyor, bir grup hariç. O grup size
diğerlerinden daha uzak ama birbirlerine daha yakın …
Bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda bağcının sulayıp bakımını yaptığı bu
bahçede yetişen üzümleri hep birlikte paylaşıyorlar … Ama bahçenin
sağlıklı büyümesi için dikkat edilmesi gereken kurallar var … bu
kuralların uygulanmasını sağlamak da bağcıların görevi …. bağcılardan biri
diğerlerinden daha çok ilgileniyor bu konuyla, çünkü o daha çok vakit
ayırıyor bu bağa, bağla bağcı arasında diğerlerinden daha güçlü bir bağ
oluşmuş … Ama bu genç bağcı, bazan bir arkadaşını ham üzümleri yemesin
diye diğer arkadaşlarının önünde uyardığı için, bazan da başka bir
arkadaşının yıkanmamış üzümleri yemesini engelliyor diye bu grubun gözünde
kötü insan oluyor … Ama sanki arada konuşulmayan başka bir sebep var gibi,
artık bağcının en güzel üzümleri yetiştirmesi mi, yoksa bu güzel üzümlerin
onlara rağmen yetişmesi mi nedir, bir husumet hasıl oluyor bu grupla
bağcılar arasında … “Bu bağın toprağını ilk biz sürdük, ilk tohumları biz
attık” diyen bu grup, artık daha gençlerin yeşerttiği bu üzümleri yerken
nedense biraz hoyrat davranıyorlar. Derken bağcı birgün bir hata yapıveriyor
… sonra özür diliyor ama nafile … o gruptan biri tutuyor, diğeri
vuruyor, öbürü “hani bana, hani bana” diyor … Bağcı canı çok acımış ve
gururu incinmiş bir halde diğer arkadaşlarına bakıyor … ama sadece bakıyor
ve bekliyor … bu sırada yardım dilenmiyor, kaveden arkadaşları toplayıp
gelmiyor, sadece bakıyor ve bekliyor … bekliyor ama o bağcı
arkadaşlarından hiçbiri, bildiği herşeyi paylaştığı müstakbel bağcılar,
hiçbiri ama hiçbiri, bağcıya öldüresiye vuran, kellesini isteyen bu grubun
önüne çıkıp da, “tamam, çocuk bir hata yaptı ama sakin olun, neredeyse
öldüreceksiniz çocuğu, onun sayesinde yetişen üzümleri afiyetle yerken iyi
ama bir hata yaptı diye de öldürmeniz gerekmez, onun bu bağa katacak çok şey
i var daha, onu kaybetmektense kazanmaya çalışalım” … demiyor …. öyle
suskun, dayak yiyen bağcıya bakıyorlar … deseler de ne farkedecek gerçi,
bakmışın bağ olmuş, bakmamışın dağ olmuş onlar için farketmiyor, çünkü
onların derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek … Kimse bu grubun bu
bağcıya olan nefretinin sebebini bilmiyor … Aksine biliyorlar ki o bağcı,
yetiştirdiği üzümleri herkesle ama herkesle, o grup dahil kimseyi ayırmadan
paylaşıyor, ve sırf bundan, bu paylaşımdan keyif alıyor. Bunu bildikleri
halde yine de suskun kalıyor o arkadaşları, cesaret edipde bağcıya kalkan
sopaların önünde durmuyorlar, aman diyorlar, sakın biz de bu grubun gözünde
kötü olmayalım, biz herkese iyi davranalım, kimseye taraf olmayalım, ne bağ
yansın ne bahçe … Zaten hemen akabinde bağa yeni bağcılar seçiyorlar, yeni
bir bağ sezonuna yeni ümitlerle yelken açıyorlar …

.
.
.
.
.
.
.
….
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Efendim ? O bağcıya ne mi oldu ? Bilmem, kimse bir daha görememiş onu …
ben de en son, kırılan gururunu kucağına almış ve sepetindeki üzümleri bir
kenara bırakmış bir halde, bağla arasındaki son bağları da kopararak
sessizce uzaklaşırken gördüm onu ….

Gone With the Wind, pg cover, techno version

Selamlar,

Baryam tatilimizin büyük bi kısmını Emre zaten annatmış, gerisini bana
bırakmış, saolsun .. Ben de klavyeyi onun bıraktığı yerden alayım kısa bi
özet geçeyim …

Adrasan’da Emrelerden ayrıldıktan sonra o akşam Olympos’ta geceledik.
Bizleri o ahval ve şeraitte bile söz verdiği pudingden mahrum bırakmayan
Cumhura teşekkürler. Ertesi gün Antalyaya geçtik ve Azizeyi de yolcu
ettikten sonra önce falezlere uğrandı, sembolik bir uçuştan sonra Tünektepe,
döner lokantaya çıktık. Yaklaşık 700 mt irtifalı, denizden direk yükselen
konik bir tepe. Normalde kalkış yeri yok ama işletmeciler tarafından ilerde
ticari tandem uçuşları da yapmak amacıyla, demir konstrüksiyon üzerine
kalaslar döşenerek yapay bir pist oluşturulmuş. Yalnız bu pist henüz
tamamlanmamış, özellikle uç kısmındaki olması gereken tahtalar olmayınca,
olanlar da sağlam olmayınca, hele de rüzgar biraz yan olunca biz tırstık ve
hemen yan taraftaki teraslardan kalkmanın daha güvenli olacağını düşündük.
Biz tam olayı kafamızda oturtmuş şööle kalkarız bööle uçarız derken,
işletmeci bir bey gelerek buradan uçamayacağımızı söyledi. Daha önce buradan
uçan bir arkadaşın kaza geçirmesi, ve pistin izinsiz olması sebebiyle
başlarının feci şekilde derde girdiğini ve bunu bir daha göze
alamayacaklarını bildirdi. Dediğine göre birkaç ay içinde hem pisti
düzeltecek hem de gerekli izinleri alacaklarmış ama o zamana kadar oradan
uçuş yok, bilginize … Bu konu en çok döner tekmeyi üzecek biliyorum, ne de
olsa bir isim bağı var aralarında :))

Akşamüstü Antalya Saklıkente bir vur-kaç operasyonu düzenleyip batan güneşin
ardından ‘Burdan da güzel uçulurmuş bee’ dedikten sonra yol boyu Radiohead
dinleyip ‘yarın hava denizlide güzel olcak’ diyen Barışın eşliğinde
Denizliye dooru yola çıktık. Akşam Odtü’lülerle beraber aynı pansiyonda
kalıp Barışı şövalyelikten zor bela kurtardıktan sonra ertesi gün gerçekten
güzel başladı. Önce haritamızı açıp günün koşullarında ne yapabileceğimizi
değerlendirdikten sonra, ivedilikle hazırlanıp havalandık. Yaklaşık 10 kadar
kanat tepenin önünde yükselmeye çalışırken 2 arkadaşımızı yolun başında
aşağıya bıraktık. Bu sırada Barış ve bir iki kişi yükselmeyi başarmış, ben,
Nilgin, Cumhur ve diğerleri tepenin yarı irtifasında yaşam savaşı
veriyorduk. Neyse ki saat 13:00 termik saykılını yakalayıp bizler de ilk
irtifamızı almaya başladık. Ben Barışa 2500mt’de katıldığım sırada, Cumhur
antenin oralarda biyerde telsizden ‘Abi siz nası çıktınız oraya, ben ancak
zor tutunuyorum’ diye bi yandan termikleri tırmalıyo, diğer yandan
peşimizden geliyodu. Bu sırada bi an aşağıda Nilgin’in önce bi sağdan
asimetrik’le beraber deep stall’da tabiri caizse taş gibi düştüğünü gördüm.
Neyseki hemen toparladı ve devam etti. Aynı termikte ben de sağdan bir
asimetrik yiyeyazdım, tahminen yine aynı bölgede Isa da +6 lık bir termiğe
girince nefesi kesilmiş. Barış da o bölgede sadece kanadını açık tutmak için
çok debelendiğini söyledi. Birçok kişi aynı bölgede heyecanlı anlar yaşadı
sanırım … vahşi termiklerde evcilleştirilmemiş bir mustang gibi sizi
üzerinden atmaya çalışan bir paraşüt misali geçti herkes o bölgeden.
Daha sonrasında yavaş yavaş diğer elemanları da yoldaki köylere bırakarak
devam ettik. 10. km’ye geldiğimizde, Yiğit, Can, Mehmet, Aycan ve Nilgin,
Barış ve beni yakaladılar. Bir süre birlikte tepelerden açılıp ovaya doğru
yönlendik ve 1. saati geride bıraktığımız bu dakikalarda bizim için havada
tutunma mücadelesi başlamış oldu.
Havada, tepelerden uzakta, yerden 1000 mt yukarda, 5-6 paraşüt kuğular gibi
süzülürken aldığım keyif, tek başıma uçmaktan çoook daha fazlaydı.
Termikler çok zayıftı, bir noktada, ben sabırla sıfırları dönerken alttan
gelip beni yakalayan Mehmet yanımdan yukarı doğru geçerken bana
‘yükseliyomuyuuuuz ?’ diye seslenmesi sinirimi bozmadı değil :) İlerleyen
dakikalarda ovaya doğru basıp bişey bulamayınca geri dönen Can, Nilgin,
Yiğit ve Mehmet’i de çeşitli köylere serpiştirdikten sonra Barışla ikimiz
mücadeleye devam ettik. Birbirimizin termiklerini kullanmasaydık herhalde bu
kadar uzun havada kalamazdık, birlikte uçuş konusunda gayet eğitici oldu
bizim için. 2. saati ve 20. km’yi geride bırakırken, ben Nilgin ve Yiğiti
bıraktığımız yukarı seyit köyünden aşağı seyit köyünün üzerinde oluşmakta
olan bulutun termiğine yetişmeye çalışırken sinkip aşağı seyit köyüne indim.
Havada kalan tek temsilcimiz olan Barışı da yanıma inmeye ikna etmeye
calıştım ama uyandı alçak, “Abi sen indin termik güzelleşti, ben uzuyorum”
cümlesi sanırım hepimizi üzmüştür :) Neyse, Barışta günün kaymaanı yiyerek
32. km’de indi. Daha sonra ben Nilginlerle telsiz teması kurup onların
indiği köye doğru yönlendim. Bir traktör göndererek yoldan beni de yanlarına
aldıran (!) Nilgin ve Yiğit’e mükellef bir yer sofrasında katıldım. Biz de
yemeğin kaymaanı yemiş olduk beraberce.
Daha sonra dönüş yolunda bizleri almaya gelen Alp’lerle buluştuk ve uzun
dönüş yolculuğumuz başlamış oldu. Bi dahaki sefere Alp’i yerde
bırakmayacağız, söz :)

O akşam Izmirde kaldıktan sonra, ertesi gün Manisa Spil dağına gittik. Seyir
tepesi denilen 700 mt irtifalı noktadan şehrin göbeğine Cumhur, Barış ve
Nilgini gönderdikten sonra, bizleri çok misafirperver birşekilde karşılayan
İtfaiye Cavuşu Yaşar beyler beraber yemeğimizi yedik ve “bak, artık bundan
sonra bizsiz başka yerde uçmak yok, ona göre” diye sözleştikten sonra Ben ve
Barış, Nilgin ve Cumhur’dan zor da olsa ayrılarak Istanbul’a dönüş
yolculuğuna başladık.

XC’nizi yiyim size bişey olmasın :)

Ay valla yine iyi geldi …

Casting:

Döner Tekme as Alparslan
Kanije Kalesi as Hakan, Azize, Cumhur, Nilgin, Alp
Radikal Laminar Flow as Baris
ODTU as Muharrem, Yiğit, Can ve saz arkadaşları
Fotoğrafçı as Kaymakam bey
PAKDOS as Mehmet, Isa, Alparslan, Madalyalı Hakan, Sırrı ve söz arkadaşları
Ankara ekibi as Emrah ve bi minibüs dolusu muhabbetör arkadaş
ALBATROS as Emre, Kağan, Hakan, Barış, Türkün, Azize, Özay
Production:
Albatros, Deadalus, Pakdos, Odtu, Ankara & tüm dostlar

Kamera Crew:
Azize, Hakan, Emre, Kağan

Entertainment provided by:
Red Point, Abraxas, Mavi, ve bilimum Kaş barları, Denizlinin Kebapçıları

Special Thanks goes to:
Madalyalı Hakan, ev için çook teşekkürler,
Arif & Kaymakam, Kaştaki organizasyon için teşekkürler.

Technical consultant and Laptop owner on the Grand Chakil camp:
Baris the inverted

Retrieve Driver:
Alparslan the döner tekme

Kılavuz:
Kargha

Mutlu:
Nilgin

Bu prodüksiyon Kaş, Çökelez, Bozdağ, Adrasan, Manisa, stüdyolarında
gerçekleştirilmiştir.
“Kaşın Dönüşü”, “Çökelezin Intikamı” ve “Antalyanın Onlenemez Yuxelisi” adlı
produksiyonlarda tekrar buluşmak üzere,

Sağlıcakla kalın

Hakan Akçalar