PWC Kayseri: Low Save

Kayseri PWC, Task 1 (Akın’la aynı gün): Tepede Akın gibi çökmedim, aksine
çok güzel bir irtifa kazanıp çok iyi bir pozisyonda start aldım, ikinci
yarışmacı grubuyla yanımda Semih ile ovaya uzadık, yolda alçalınca zayıf bir
termik bulup dönmeye başladık, iki tur sonra baktım Semih, “ileri, ileri”
diye işaret ediyo, ben de sandım orada bişi var, bıraktık bizim zayıf
termiği (never leave lift, kaldırıcıyı asla bırakma!) kuralını çiğnemenin
acı sonucu ben iyice alçaldım, tabii adam bumerangla uzadı gitti çapraz
rüzgarda yakaladı öndeki grubu, ben afedersiniz zk gibi kaldım ovanın
ortasında 100mt’deyim, yoldan uzak ve yalnızım, bir maden var altımda dedim
buradan koparsa kopar yoksa iner kendime yeni bi hayat kurarım burda ..
artık tam mücadeleyi bırakıp en yakın yola yaklaşmaya çalışıcam, hafiften
sıfırladı çöküş, ben bütün konsantrasyonumla inceden dönmeye başladım, 5-10
metre alıyor sonra kaybediyorum, olurdu olmazdı derken başladım rüzgar ile
sürüklenmeye, termik de ne öldürüyo ne yaşatıyo, gösterip vermiyo bi nevii
.. dedim battı balık yan gider, sonuna kadar kasalım, ne de olsa
yarışmadayız pes etmek yok .. böyle böyle bi tepeye yaklaştık, tepenin
yamacından ufak ufak tepesine doğru yükselerek drift olduk, dedim burdan
koparız herhal ama olmadı öteki yamacından alçalarak devam ettim, böyle
böyle ben yerden 100mt’de, ha indim ha inecem stresi bi yandan, ha koptum ha
kopacam ümidi bi yandan, çaktırmadan 5-6 km yol gitmişim rüzgarda
sürüklenerek ..
en son yerde tarla süren bi traktör görüm, lan dedim burdan da kopmazsa
artık … derken +3m/s ve yarım saat sonra 3500mt’de bulut tabanındayım !
yiiiihhhhuuu, daha önce söyleseler inanmazdım oradan çıkacağıma, resmen
mucize gibiydi .. burada öğrendiğim ders ile bir ay kadar sonra çökelezde
test için aldığım emanet kanatla 30mt’den yükselecek ve top land yapacaktım,
yaniii bu da bana iyi bi ders oldu :)

Denizli: Eğlence Gemisi

Nası gidecez ? Trenle .. hem de bu seferki geçen seferki tren macerasından
daha da maceralısından.
Tabii ki önce geç kalarak başladık olaya .. Trafikten dolayı trenin
kalkmasına sadece 2 dakika kala kağanla birlikte sırtımızda paraşüt
çantaları, kucağımızda kendi çantalarımız ve uçabilsin diye cumhura
getirdiğimiz bir koca kanat ile koşmak adını veremeyeceğim çok komik bir
debelenme hali ile yetiştik …. yani öyle sanıyoruz çünkü kağan kaskını
arabada unutmuş. Tren zaten peronun 100 mt içinde, 100 mt de otoparka mesafe
eder 200 mt, trenin kalkmasına gerçekten 2 dk var, naapsak diye kıvranırken
kağanın gözü bizi uğurlamaya gelen barışın bisikletine takıldı, eh serde
eski bisikletçilik de var ya, bizimki bisikleti kaptığı gibi fırlamaz mı !
Olm dur gitme tren kalkacak demeden bastı gitti bu. Bizimkiler kondüktöre
gitti hemen abi dur 2 dakka bekle arkadaş geliyo şimdi geliyo filan treni
bekletmeye çalışıyolar, kondüktör de bunlara “bu trenin geciktiği her dakika
80milyon yazıyo” demiş. (bu önemli, birazdan gelicez). Derken Kağan
kaldırımlardan filan uçarak son hız geldi yetişti, tabii kaskı koyacak biyer
bulamamış … veee evet aferim bildiniz, kafasına takarak gelmiş, ama zaten
koşarak yetişmişti trene bi de üstüne bisikletle 400 mt depar, kafasında
kaskla, yazık garibim bitmiş tükenmiş, rengi solmuştu geldiğinde trene zor
bindi valla, sonraki 2 saat “yaw dişetlerim bile sızlıyo” diyodu bi yandan
terini silerken ..
Neyse bişekilde biz 2 kuşetli kompartımana 10 kişi olarak yerleştik,
muhabbet vs gidiyoruz, sonra yemekli vagona geçtik, yedik içtik muhabbet
lastik savaşı vs, sonra yine kuşetli vagonumuza döndük ama muhabbet biter
mi, gülüyoz eğleniyoz, derken yan kompartımandan yaşlıca bi adam fırladı
başladı kalaya: “sizin saygınız hiç yok mu, bu ne gürültü böyle, hastamız
var bizim uyuyamıyoruz, vs vs” .. hani güzelce söylese “pardon biraz daha
sessiz olur musunuz rica etsem” dese, ciğerimizi yese .. yoook, ööle kafadan
daldı bu, en yakınında da bizim Tankut, onun da tersine geldi, hemen ciddi
garson sesiyle, “beyamca saat daha 10 ne uyuması ?” diye gelişine cevapladı
amcayı, amca sersemledi bi an sonra “bu ne gürültü kardeşim, EĞLENCE
GEMİSİne çevirdiniz burayı” diyince biz koptuk bi anda, adamın eğlence
gemisi anlayışı nası bişeyse artık ! Ondan sonra 3 gün “eğlence gemisi”
esprilerinden geçilmedi haliyle.
Neyse saat de geç olunca biz yatalım dedik ama 10 takım paraşüt ve 10
paraşütçüyü 2 odaya sığdırmak bayaa kastırdı, bi saat uğraştık en az, sonra
yerleşti herkes, kimi müzik dinler kimi muhabbet eder, ben de THK
yayınlarından havacılık fizyolojisi adlı bi kitaptan, “irtifa aldıkça
içerdeki gazlar genleşir, bunları saklamamak, aksine yellenerek rahatlamak
gerekir, rahatsız olunuyorsa uçuştan önce fasülye ve benzeri yiyeceklerden
kaçınılmalıdır” şeklinde pasajları oda arkadaşlarımla paylaşıyorum, hatta
arada bu teoriyi pratiğe döken arkadaşlara da “eğlence gemisine çevirdiniz
lan burayı” demeyi de ihmal etmiyorum tabii.
Saatler ilerlerken ufak ufak ışıklar söndü, gaz ve horultu sesleri birbirine
karıştı ve herkes derin bi uykuya daldı … derken neden sonra gecenin abuk
bi saatinde kapımız yumruklanmaya başlayınca birden fırladık, hah dedim,
eğlence gemisinin kaptanı cinnet geçirdi bizi ztmeye geldi sonunda. Baktık
kondüktör kapıya dayanmış, kalkın vagon arızalandı, boşaltıyoruz, bu vagonu
burda (afyon) bırakıcaz. Uyku sersemi olayın vehametini kavrayamıyoruz, o
kadar eşya, uyku, lannn … Meğer bizim vagonun dingilinde fren mekanizması
kırılıp raylara sürtmeye başlamış, raydan çıkma tehlikesi atlatmışız da
haberimiz olmamış .. Neyse yapcak bişi yok, diğer kompartman sahipleriyle
beraber eşyalarımızı toparlayıp “eğlence gemimizi” terkederek yemek vagonuna
tıkıştık toplucana. Her zor günde olduğu gibi türk insanı yine birbiriyle
kaynaşarak muhabbete başladı hemen, bu arada saate bakıyorum sabaha karşı 4,
kabus gibi ! Bayaa bi süre yemek vagonunda mülteci modunda gittikten sonra
bizi boş olan pullman vagonuna aldılar da kalan zamanda biraz uyumayı
başardık bari. Bu arada haywan gibi rötar yaptığımızı söylemeye gerek yok
tabii, nedense kondüktörün garda “bu trenin rötarının dakkası 80 milyon”
deyişi geldi aklıma !

Uçuşlara gelinceeee:
29 Ekim Cuma zaten geç kalmış olarak yetiştik çökeleze. Hemen hazırlık ve
havadayız, hava muhteşem, termikler güzel, kalkıştan sonra yükselmek için
biraz debeleniyoruz ama sonunda 2600mt bulut tabanı, büyük çökeleze yolu
yarılamışız, önümde mami, arkamda akın isa ve diğerleri. Yine büyük çökeleze
ulaşmakta zorlanıyoruz 2600’den, ama bu sefer hazırlıklıyız, ben mamiye
katılarak +4 +5 bulut tabanı artık 2900’lerde, arkadan akınlar da yetişiyor
ve karar verip ovaya açılıyoruz. Bu arada ismi lazım diil bi arkadaşımızın
bütün uçuş anı kaygılarını, küfürlerini, varyosunu, soluğunu dinleyerek
bayaa bi yol alıyoruz. Gözünüzü seviim şu vox’unuzu telsizinizi kalkıştan
sonra kontrol edin.
Ova geçişi çok zor çünkü ovada termikler zayıf, bulutlar saklambaç oynuyor
bizimle, zamanlamayı çok iyi yapıp bulut daha oluşurken altında olmalısınız
ki o termikle birlikte yükselesiniz. Acılı bir ova geçisi başlıyor, mami ben
ve ömer iyice alçalıyoruz, akın bişekilde bizden daha rahat daha yukarda
geçiyor ovayı ve çardak tarafına yöneliyor, biz de peşinden gitmek istiyoruz
ama arayı geçmemiz imkansız. Bulunduğumuz yerden ancak Baklan köyü (çok
pardon valla azımdan kaçtı Baklan ilçesi, aman diyim kağanı baklan köyü dedi
diye linç ediyolarmış) sırtları olan beşparmak tepelerine yamanabiliyoruz,
böylece akını “satmış” oluyoruz :)
Ben Isa ile birlikte beşparmak tepelerinin ardına geçiyoruz ama yüreklerde
bi tüpürtü, eğer inersek sittin sene yürümemiz gerekecek, yarınki uçuşa
yetişmemiz söz konusu bile olmaz, Isa daha önce inmiş ordan biliyoruz !
Neyse ikimiz de tırmalıyoruz ve riskli bölgeyi geçerek medeniyete varıyoruz,
bu arada ben akınla bağlantıya geçip Dazkırıya indiğini öğreniyorum, o
sırada günün son termiği +6 ile beni 3500mt’ye taşıyor, bulutun altımda
oluşmaya başladığını görüyorum, gayzere oturmuş gibi yükselmek böyle oluyo
herhalde :) Böylece Akın’ın tepesine +1500mt irtifa ile geliyorum, ileriyi
kesiyorum nereye gitsem diye ama Akın kartlarını iyi oynuyor: “Abi yanımda
bi araba var bizi denizliye götürecekler”, lann diyorum öle olsun geliyorum,
basıyorum spirali çok geçmeden akının yanındayım, beraberce dönüyoruz otele.

30 Ekim Ctesi: Bir önceki günden sonra acaba 100+ çıkarmı, ancak çok hızlı
uçarsak bi şansımız olur diyerekten herkese ben erken havalanıcam beni seven
arkamdan gelsin deyip, kanadı tepemde tutarak ilk kuvvetli termik çevrimini
bekliyorum veee ayaklarımı yerden kesen ilk termiğe sardırıyorum. Ne varki
iki adet varyo ile termik dönmek bi hayli zor, özellikle bi tanesi başka
birinin takılan voxundan geliyorsa ! Yine basıyoruz kalayı bi yandan
termikle boğuşuyoruz, allahtan Tankut çok geçmeden durumu düzeltip özür
diliyor da biz de bulut tabanına varıyoruz, arkamdan tabii ki akın, mami,
tankut, levent, aslı ve sanırım herkes koparak bulut tabanına geliyor.
Termikler daha düzgün ve bulut tabanı daha yüksek bugün, büyük çökeleze
gayet hızlı ve problemsiz birşekilde varıyoruz, oradan varyomda +6’nın sesi
ve kulaklarımda vivaldinin dört mevsim – yaz partisyonu ile yeniden bulut
tabanına varıyorum. Bundan sonrası esas riskli bölge. Çivrile doğru gitmeye
karar veriyoruz ama o tarafta henüz bir bulut oluşumu görülmüyor. Normalde
bulut tabanında bekleyerek daha garantili bişekilde gitmek lazım ama 100+
zorlayacaz ya, ya hep ya hiç diyerek süzülüşe geçiyoruz kuzey doğu yönünde
Çal’a doğru. Bu sefer kulaklarımda Chris Rea – Road to Hell, manyak bir
mazara eşliğinde çok uzun bir süzülüşe geçiyoruz. Amacımız ilerdeki sırtlara
yamanıp oradan çıkacak olan termiği tam zamanında yakalamak. İrtifamız
alçaldıkça ümitsizlik başlıyor tepelere bile zor yetişecez havada tık yok.
Ben biyerde sıfır varyo buluyorum, bişi çıkarmı diye oyalanırken akın
altımdan daha alçak geçip tepelere yamanıyor ve kazımaya başlıyor, derken
biraz soaring biraz termik vs yükseldiğini görünce ben de hemen hazıra
konayım deyip kendi termiğimi bırakıp oraya yetişmeye çalışıyorum ama
yolda -4 ‘ten başka bişi yok (never leave lift: asla kaldırıcıyı terketme)
ve sonuçta sırtlara çok alçak varabiliyorum, hadi şimdi termiği bulucam
derken haayyyııııırrr diye baara baara tepenin dibine patlıyorum. Akın
tepemde döne döne yükseliyor ve çivril yönüne doğru gözden kayboluyor.
Vallaha da benden adam olmaz, adam bizi aladağlardan akşehirden ediyor,
birgün önce ben kasmayıp adamın yanına inmişim, ertesi gün eleman bizi
anında satıp çivrile uzayıveriyor! Bu da bana iyi bi ders olsun diyerek
toparlanıyorum.

Akşama Yörük otelin sıcak havuzunda camışlar senelik toplantısı düzenleyip,
ortalığı iyice “eğlence gemisi”ne çevirdikten sonra otel müdürünün “rica
etsem biraz yavaş, havuzun denge deposu taştı da” uyarısıyla kendimize
geldikten sonra denizli Candoy kebapçısında yediğimiz tandır ve kazığın
ardından topluca Dalisa tesislerini yağmalamaya giden gruptan hızını
alamayanlar box sütunundan sekip birbirlerine de bikaç tane ekleştirmişler
arada. Kalan sağları toparlayıp muhabbete otelin karşısındaki kafede devam
ettik.

31 Ekim Pazar: Bugün ağırdan almak, acele edip önden çıkmamak, arkadaşlarla
daha çok vakit geçirmek gibi bir niyetim var. Kalkışa vardığımızda rüzgar
dolu dolu ve fazla soldan (doğulu) geliyor. Havada bulut oluşumu pek yok ve
rüzgar da inatçı şekilde düzelmiyor. Halbuki ben de çok merak ettiğim bi
kanat olan zoom’u denemek istiyorum. Bakıyorum arada bir önden termik
çevrimleri geliyor kısa süreli de olsa, kanadı alıp hazırlanıyorum, o sırada
termik çevrimi geçmiş rüzgar uygun değil, ben beklerken millet de etrafımda
bakalım naapcak bekleyişinde. Allam stres faktörü diye bişey var şu hayatta
di mi ! Derken bi termik geliyor ve ben kanadı çektiği gibi atıveriyorum
kendimi rotorlu termiklerin içine. Önce kalkışın önünü şöyle bi kolaçan
ediyorum, pek fazla bişi yok, fazla oyalanmadan kalkışın solunda öndeki
tepenin önüne gideyim diyorum, rüzgarı karşılayan doğu yüzüne yetişebilirsem
oradan çıkarım kesin diye hesaplıyorum ama bastırıcı rotorun dayanılmaz
ağırlığıyla deli gibi çökünce kuyruğumu kıstırıp aynen geriye topukluyorum,
iyice alçalmışım, arka rüzgarla inişe yetişmek derdindeyim, bu sırada millet
yukarda “aha patladı herif” deyip çoktan arkasını dönmüş bile, ben telsizden
“ali abiyi gönderin aşşa” dememe rağmen “olm dur iki dakka daha ayağın yere
değmedi” diyerek bana benden çok güvenen tankut’a da teşekkürler bu arada :)
derken hop ufak bir kaldırıcı, lan bi döneyim ne kaybederim derken kazımaya
başlıyorum, olurdu olmazdı derken ufak ufak yükseliyorum, bütün derdim
kalkışa geri dönebilmek, sonunda termiğe kitleyip yükselmeyi başarıyorum ve
güzel bi dop landing ile tekrar dostlar arasındayım, sederene teşekkür edip
kanadını teslim ediyorum. Bu sırada hilmi hazırlanmış, bir dust devilin
arkasından kalkış yapıyor ama benim kadar şanslı değil, güzel bir frontal
show ardından aşağıya patlıyor. Sonrasında hep beraber toparlanıp dinamite
gidiyoruz, pek bi termik yok, düz uçup aşağıya inerek günü kapatıyoruz

PWC Kayseri anekdotlar

+ + +

Bekir Baştuğ bi gün önce kaza yapan bayan pilottan söz ederken:
“Russian girls is still good” dediydi (Meali, “rus kızlar iyidir”)
Arkadan “German girls are good too” (Alman kızlar da iyidir) diye bi yorum
da geldi bu arada :)
+ + +

MeteoMan’in verdiği bilgiler arasında “bugün 30 knot civarında rüzgar
olacak” dediğinde yarışmacıların yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz, “Ha ha, 13
ile 30’u karıştırdı” ifadesi, “hayır 13 değil 30knot” doğrulamasıyla
endişeye dönüştü. Ardından “Ama dün daha da yüksek gösteriyodu, öyleyse
bugün dünden daha düşük olacak” (birgün evvelki rüzgar normal sınırlardaydı)
ifadesi tahminlerin ne derece tutarlı ve hassas olduğunu belirtmeye
yetiyordu ..
Son gün zaten kuvvetli bir alkış aldı bizim meteoman :)

+ + +

İkinci gün hava zayıf, start verilmesine daha 1 saat var, termik çevrimlerin
arası uzun, kalkışın üzerinde 3000mt’lerdeyken kalkışın soluna doğru açılan
kalabalık grubu görüp speedle -6m/s çökerek onların yanına gitmeye
çalışırken büyük kızılkum tepemidir nedir oraya patladım. Aşağıda inecek yer
olmadığından dağın yamacına yamandım. Neyse cümle pilot benim üzerimden
yükselip giderken toplandık aşağıya indik, bi de ne göreyim ordaki evin
sahibi mükellef bi karşılama hazırlamış, bi ikram bi ikram, neyse biraz
acımızı dindirdikten sonra beni aytemize bırakırken:
– Geçen günü de Elizabet indiydi bizim oraya, atımıza bindi bağımızı gezdi,
selam söle ona …
– !!!

+ + +

Mehmet Dursun’la alçak kalmışız, zayıf termikleri dönüyoruz.
Bi ara termik bitti biz hala dönüyoruz:
– Olm Mehmet sink oldu hala dönüyon ?
– Nebleyim ben sen dönüyon diye dönüyom ben de ?!
– Lann, uza olm uza sçtık zati bi de şuraya bakalım …

+ + +

Birisi havada turnpointi rotayı kaybetmiş kendi yeri belli değil tek başına
uçuyo, telsizden uzaktaki arkadaşlarından yardım arıyo:
– Abi 2. turnpoint neydi ?
– (Gps’ten bakıp) B02
– Orası neresi ?
– Hede köyü …
– Tamam da orası nerede ?
– İlk turnpointin doğusunda
– Tamam da sağda mı solda mı ?
– ?!?! Lan sen ne yöne bakıyon ben ne biliyim de söliim sağdamı soldamı …
cık cık cık …
– Ya bi sölesen ölürmüsün yaa
– !!!

+ + +

İlk günkü uçuşlar, yeni kanatlarına alışamamış arkadaşlar var, tepenin
üzerinde yükselmişiz krosa basıcaz, telsizden son derece mutsuz ve titrek bi
ses:
– Abi siz gidin .. ben çç..çok büyük kapanmalar yaşadım .. tırstım abi inişe
gidiyom ben …

+ + +

Kayseri PWC

Adem Hasgül ve ekibinin özverili çabaları sonucu Türkiye yamaç paraşütü
tarihinde bir ilk gerçekleşerek 20 pilot ile bir PWC ayağına katıldık. Adem,
Orhan, Ahmet, Serdar, Fikret ve ekibin bütün diğer üyelerine tekrar
teşekkürler.

Yarışma öncesi günlerde organizasyonun verdiği destek sayesinde en güzel
uçuşlarımızı yaptık. Window open derdi yok, start open derdi yok, kafa
rüzgarına turnpoint derdi yok, çıktık, yükseldik, verdik arka rüzgara koptuk
5 kişi. Hemen hemen hepimizin kişisel rekorunu kırdığı bu uçuşta Barış ve
ben 5 saat sonunda 85 km’de indik.
Bu arada retrieve organizasyonunun ne kadar mükemmel olduğuna bi örnek
yaşamış olduk:
– Hakan Hakan Fikret, nerdesiniz ?
– Abi biz barışla pınarbaşına geldik buradan kuzeye devam ediyoruz
– Ok, anlaşıldı
(yarım saat sonra)
– Fikret Fikret Hakan, abi biz pınarbaşının 15 km kuzeyinde malatya yoluna
iniyoruz
– Phh, tamam anlaşıldı geliyoruz
Bundan sonrası şaka gibi, ben indim, tam barış da inerken, indiğimiz tarlaya
bi arazi aracı girdi, içinden fikret çıktı !
hayır yani daha terimiz soğumamış, 85km’yi kutlamamışız, hatta daha son adam
inmek üzere, retrieve geldi yau …
Adamlar meğer aşağıdan takip ediyolarmış bizi kaç saattir.

Sonra bu güzel zafer günlerimiz sona erdi ve yarışma başladı. İlk gün task
(görev) çok zor değildi, DHV2 kanatlarla uçan bizim gruptan Akın babamız gol
gördü. Ama aynı golü 60 yarışmacı da görünce sonraki görevleri
zorlaştırdılar ve bizim de görüp göreceğimiz gol bu oldu.

Şimdi kardeşim bu yarışma işi pek bi zormuş, neden derseniz:

– Patlayamann: Bi kere bi window open diye bişi var, havanın size göre en
iyi zamanında kalkamayasınız diye icat edilmiş, bi saat veriyolar hüryaa
bütün pilotlar aynı zamanda kalkıveriyo, termik buldun buldun, bulamadın
aytemize patladın …

– Uzayamann: Diyelim ki termik buldun, aytemize patlamadın, tepede
yükseldin. Bu sefer de start open diye bi karın ağrısı var. İrtifam varken
gideyim istiyosun ama olmaaz, daha start verilmedi. Sen termik bitip de
düşünce start veriliyo, bütün yarışmacılar bi anda ovaya uzuyo sen kalıyon.

– Bulamann: Diyelim ki sen yukardayken start zamanı geldi, cümle pilot ovaya
uzadın, ovada termik bulmak için kalabalık grubu takip etmen lazım ama ne
mümkün, adamların kanatları o kadar hızlı ve performanslı ki, ya arkada
kalıyosun, adamların döndüğü termiğe gidene kadar termik bitiyo patlıyosun,
ya da onlara yetişeyim diye speed basıp fazla çöküyosun, sen 50mt’de
kazırken adamlar tepende termik dönüp kopuyolar.

– Gidemenn: Diyelim ki ovada patlamadın, buldun bi termik 4500mt’desin,
haydi turnpointe … ama git gidebilirsen 40km/h kafa rüzgarına .. Bizim
kanatlar en fazla 50 basıyo, o da haywan gibi çöküyo, gps’e bakıyosun 10km/h
yer hızı, süzülme oranı 1:2 ila 1:1 arasında değişiyo. 4500mt’lerden 10
dakkada yerdesin, adaletin bu mu dünya ..

Bu memleketin termikleri de bi garip: Kaayboluyo !
Şimdi diyelim buldun bi termik, dönüyosun +2, +3m/s, 5 tur sonra birden
kaayboluyo, bak nereye gitti bilmiyorum ben şimdi …Yetkililere burdan
sesleniyorum: Kaybolmaayan termik istiyoz :)

Neyse, bulan buluyo termiği ayrı mesele, bi de akın baba ayronuna turbo
taktırmış, kafa rüzgarı filan dinlemiyo gidiyo walla. Bu arada Akın, DHV2
kategorisinde en iyi pilot idi, hadi kanattan diycem ama yarışma sonuçlarına
bakılırsa kazın ayağı öle diil, korkarım Akın’ın pilotajının hakkını
vermemiz gerekiyo :) Nice yanar döner kanatlar aytemize patlarken Akın gol
yolundaydı hep.

Yarışma açısından bakıldığında, yarışma kanatlarıyla uçan Semih, Barış,
Yiğit, Bilal, Simon dışında bizim pek fazla bi şansımız olmadı, hem pilotaj
hem de kanat açısından daha yolun başında olduğumuzu görmüş olduk. Ama en
azından dünya pilotlarıyla aynı termiği dönüp Türkiye’de de pilot var
kardeşim deme fırsatımız oldu.

Bunlardan başka, brifingler ayrı bir maceraydı, meteo man, zavier ve miit
direktör şov yaptılar. Ama bunlar anlatılmaz yaşanır türden anekdotlardı,
gelmeyenler bayaa çok şey kaçırdılar, hem ortam hem de uçuş olarak.

Mantı, kebap çok güzel, yine gelecek ben

Korkuteli XC

Bu haftasonu Korkutelindeydik. Tuncay’ın dürtmesiyle Akın, Elif ve ben istanbuldan yola çıkıp korkuelinde tuncay ile buluştuk. Barış Aydınsoy da pazar günü bize katılacaktı ama hasta olunca gelemedi.
Korkuteli civarında 3 uçuş noktası var. Ctesi günü Elmalı yakınlarındaki Bayındır köyünün sırtlarında ve Beğiş köyünün tepesinde uçtuk. Pazar günü ise İmecik köyü sırtlarından havalandık.

Ctesi ilk olarak Beğiş’e saldırdık. Tepenin yolu yok, önce bi traktörle (römorksuz!) 4 kişi 3 paraşüt devrilme tehlikesi yaşayarak tepenin eteklerine sardırdık ama sonra yürümenin daha güvenli olacağına karar verdik. Hava sıcak, rüzgar yok, olduğu zamanlarda da tepeden aşağı esiyo .. aman ne güzel ! .. neyse çıkalım havanın pişmesini bekleyelim termiğe kalkarız diye tepeye tırmandık:
– “höynnkk, höynnkk, höyynnkkk” …. “abi suyu versene”
– “ne suyu, sende diil mi su ?!”
– “şaka yapıyosun…”
– “yok abi valla bende diil, aşşada unuttuk bak”
– “lann #$£½!+%&!!!”
Ders 1: suyu unutma …
Neyse bi süre bekledikten sonra güzel termik çevrimleri gelmeye başladı, hazırlanıp kalktık ama hava bi türbülanslı sorma gitsin, termikler tokat gibi patlıyo, olsun olsun ne güzel diyip öbür yanağını da dönüyosun ama nafile, hemen bastırıcıya giriyosun, tepenin eğiminden bile daha beter çöktürüyo filan, hemen hepimiz güzel tokatlar yedik, yaklaşık 10 dakka sonra aşağıdaki geniş ve güzel iniş alanında buluşmuştuk bile. Sanırım termikler tepeden açıkta köyün üzerindeydi ama bunu kanıtlama şansımız pek olmadı.

Oradan toparlanıp ikinci yerimiz olan Bayındır köyüne gittik, bu sefer toprak bir yol var, ama kalkış alanı anca 2 paraşütlük .. Yine Tuncay önden winddummy kalkıyo, bakıyoruz anca biraz tutunabiliyo, arkasından ben de çıkıyorum, arkamdan Akın da çıkıyo, kalkış alanı düz kısa ve dar bi tepsi gibi, bi şekilde ucundan atlamak gerekiyo, enteresan kalkışlar söz konusu .. havadayız, tırmalıyoruz, Tuncay yine bi şekilde yükselmeyi başarmış, nereden çıktı bu herif yau diye kazımaya çalışıyoruz .. heyhat, gelen bulut gölgesiyle birlikte tamamen duran termik aktivitesi sonucu, Tuncay’ı bölgeden kaçarken, Akın’ın da aşağıda ağaçlar arasında dar bi alana inerken görüyorum, 2 dakka sonra ben de Akın’ın yanındayım. Buluştuktan sonra birisi soruyo:
– “kalkışları filan çektiniz di mi ?” (kamera var yanımızda)
– “Aaa, sahi lan, çekseydik bak keşke :)”
– ” ?!!!”
Ders 2: kamerayı geride kalana ver ki çeksin …

Daha sonradan Korkuteline dönüp Keşkek festivaline uğradık, davul zurnayla kafamız yeterince şişince gidip bi esnaf lokantasında güzel bi yemek yedik.

Pazar günü hava hemen hemen aynı ama biraz daha konvektif hareketli (daha termikli diyelim) görünüyordu. Hava taminlerine göre 3000mt’nin altı zayıf rüzgar, üstü güneybatı hakim, hafif alçak basınç 1014mb, nem düşük, gayet güzel görünüyor.
Bu sefer İmecik köyünün sırtlarındayız. Burası güneybatıda kızlar sivrisiyle başlayan dağların, kuzeydoğu ucunda antalya-saklıkent (bakırtepe-tübitak gözlemevi) ile bittiği ucunun kuzeybatı’ya bakan yamaçları.
Tuncay ile ben güzel birer termiğe kalktıktan sonra yükselmeye çalıştık. Vadi rüzgarı sağdan kuvvetli geliyordu ve sağa gitmek çok zordu. Tuncay yine bişiler bulup yukarı çıkıverdi, ben aynı termikten düşüp kuvvetli vadi rüzgarının mekanik türbülansıyla tanıştım. Termikler sert ama türbülans yüzünden verimli dönebilmek çok zor, hatta birkaç yerde kanat tamamen boşaldı, sağa sola saldırdı filan, “başlarım bööle aşkın ızdırabına” diyip vadi rüzgarını arkama alarak sola doğru kaçmaya karar verdim, termiği daha güzenli biryerde aramaya başladım. Bir yandan gitmek istediğimiz rotadan ters yöne uzaklaşıyorum ve irtifa kaybediyorum, allahım nolacak benim halim derken aradığım termiği buldum, önce 8 çiz, sonra 360 başla, +1 +2 derken 5 dakka sonra bulut tabanında Tuncay’la beraberiz. Ohh bee … Vadi rüzgarından kurtulmuşum, sırtların üzerinden arka taraftaki saklıkent-bakırtepe-gözlemevini ve çok daha arkada antalya körfezi muhteşem manzaramızı oluşturuyo. Bulut tabanı 3500mt, terimizi soğutacak kadar serin, telsizden Tuncay’la nereye gitsek muhabbeti yapıyoz:
– Hakan: “Alo tuncay, bu irtifada rüzgar Beğiş’e uygun gib …ohhaasss …..”
– ………..
– Akın: “Hakan nooldu, oha’dan sonra ses kesildi ???”
– Hakan: “Abi herif (tuncay) bi asimetrik yedikiii, kanat eline kadar geldi yani …”
– Tuncay: ……….

Bu sırada telsize yabancı birileri karışmaya başladı .. ben dedim herhalde telsizciler konuşuyo biyerlerde … sonra bunlar uçmakla ilgili bişeyler konuşmaya başladı, ben dedim herhalde Antalyalı pilotlarda bu civarda biyerlerde uçuyolar filan:
– yabancı şahıs: ” ….kıhhh… abi ben baklançakırlara doğru gidiyorum …czzzzt ….”
Baklançakırlar ??? lan orası denizlide beee !
– Hakan: “Aloo baklançakırlar diyen kim ?”
– yabancı şahıs: “Ben İsa kim sesleniyo ?”
– Hakan: “İsa ? (oh jesus!) nassı yaa ? ben hakan akçalar”
– Isa: “Aaa hakan siz de mi denizliye geldiniz ?”
– Hakan: “Eeeeöööö, yok abi henüz daha bayaa yolumuz var be :), biz korkutelinde uçuyoruz şu anda”
– Isa: “Hadi yaa, biz de çökelezden havalandık Hilmi ve Orhan da var havada”
– Hakan: “Waay, biz daha krosun başındayız, 3500mt bulut tabanı var burda, sizin kaç km oldu, irtifa ne ?”
– Isa: “Biz dün 40km çıkardık, şu anda bulut tabanındayız iyi gidiyo”

Velhasıl, online interaktif XC olayına girdik, geyik bi süre devam etti hatta hilmi de katıldı bi ara, inanılmaz bişi, XC kardeşliği böle bişi işte :)
Sonra biz tuncayla uzun bir geçişin sonunda alçalınca irtibat kesildi. İlk dönüş noktamız ctesi ilk uçtuğumuz Beğiş köyü tepesi. Lanet tepe bugün de çalışmıyo, tepesinde kocaman aktif kümülüs var ama tepede termik yok, tuncay bi ara kafayı bozup tepeden ayrılıp köyün üstüne gidiyo (hani ctesi keşke köyün üstüne gitseydik demiştik ya, teoriyi test ediyo), neyse o köyün üstünde irtifasını koruyo, ben de tepenin çeşitli uçlarına gidip termik arıyorum, bayaa bi oyalanıp işe yarar bir irtifa kazanamadıktan sonra tuncayla buluşup bir sonraki yönümüze karar vermeye çalışıyoruz. Bu sırada bizi aşağıdan takibeden Akın: “çocuklar rüzgar elmalıyı gösteriyo tavsiye ederim” deyince biz de zaten bunalmışız tuncayla bi anda karar verip Beğiş’in arkasına doğru gemileri yakıyoruz … ve işte doğru karar …. +7m/s ile ödüllendiriliyoruz ve yine bulut tabanının dayanılmaz hafifliğindeyiz. Anlaşılan hakim rüzgar olmadığında arkadaki elmalı ovasının vadi rüzgarı Beğiş tepesine arkadan bastırıyo.
Hedefimiz Elmalı. Güzel bir arka rüzgar ve 50km/h yer hızıyla çok geçmeden ctesi uçtuğumuz 2. yer olan Bayındırın üzerindeyiz. Buradan yükselip Elmalı dağının sırtlarına ulşamaya çalışıyoruz ama o da nesi … sırtlara yaklaştıkça deli bir kafa rüzgarı ve önümüzdeki sırtların rotoru bize hoşgeldin partisi hazırlamışlar ! Aman allahım, bi ara kanat nerde, nerde lan bu moduna girip sonraki 15-20 saniye boyunca sadece ve sadece kanadı tepemde zaptetmeye çalıştığımı hatırlıyorum: “hay ben bööle rotorun ızdırabını .. ” .. Neyse rotorlu bölgeden çıkıp rahatladıktan sonra yine tuncayla istişareye yatıyoruz:
Hakan: “abi nereye ?”
Tuncay: “abi seni bilmem ama ben altıma etcem ben şu futbol sahanına gidiyom”
Hakan: “aa. hadi yaa .. neyse sen git ben biraz oyalanıp bakcam duruma”

ve Ders 3: havalanmadan önce işeyin ..

Tuncay’ı elmalıya bıraktıktan sonra tek başıma son kez bulut tabanı yapıp seçeneklere baktım. önümde koskocaaa elmalı ovası var ama tek bi bulut yok .. bugün ova çalışmıyo, sadece sırtlar … ben de ya arkaya akdağlara doğru gidicem ama yol yok iz yok ve daha istanbula dönecez .. ya da elmalı – finike yolunu takiben kızlarsivrisine doğru gidicem ama yolda hiç bulut yok .. ben aşağıya finike yolu üzerinde biyere ineceğimi haber verip verdim spidin gözüne .. allah ne verdiyse 45-50km/h gidiyoruz, termik yok türbülans yok, bayaa bi gittik öylecene. Yere 500mt filan kala artık tarlaları filan görebilmeye başladım ve dehşet içinde kaldım !
Aşağıda ekinler karşı rüzgarla akın akın dalgalanıyo !! Ama nası olur derken inişe 200 mt kala o rüzgarın içine girmemle, geri geri gitmeye başlamam bi oldu .. anaa, e türbülan da var, artık spidin gözüne vermeyi gözüm de yemiyo, ince ince, yedire yedire dinamik speed kontrollü bi şekilde yere 1’e sıfır glide ile kondum. Herhalde en az 40 filan esiyodu o sırada ..

Sonuç olarak, Beydağlarının doğu ucundan başlayıp 2 turnpoint üzerinden batı ucuna doğru 45km’lik geniş bir yay çizmiş olduk.
Bu uçuşu sayesinde yaptığımız Cool Babamız Akın’a sonsuz teşekkürler, bu borcu nası öderiz bilemiyorum ..

Manisa festival

Festival olumsuz hava şartlarına rağmen güzel geçti. İlk gün kalkış
yerindeki sert güney rüzgarı yüzünden ilk önce daha alçaktaki bir kalkış
yerine gidip basının ihtiyaçları giderildi. Daha sonra yağmur başlayınca hep
beraber bir çay bahçesine sığındık. Şimdi millet bi kere içeri girdi ya, bi
daha kafasını kaldırıp da havaya bakan yok ! Hava hafiften toparlar gibi
olunca ben organizasyondaki arkadaşları taciz etmeye başladım, yukarı giden
var mı, hava nasıl filan diye, Alper’ler çıkmış bakmak için, onları
bekliyoruz .. Alper’lerden gelen telsiz mesajına göre rüzgar gayet uygun,
ben haydi diyorum yukarı çıkalım hep beraber ama kır saçlı sportif bir amca
var, dur diyo alper uçsun insin ona göre karar veririz .. eh saat olmuş
zaten 4:30, onu da beklersek geç olacak, eldeki bilgilerle çıkıp da uçamama
riskine girip yukarı çıkalım diyorum, belki de festivalin tek uçuşunu yapma
firsatını kaçıracağız çünkü, ama araçları boşuna çıkarmayalım yazık günah
filan gibi bi cevap alıyorum. Ama ben kararlıyım, hava iyi olsa o araçlar
nasıl olsa kaç kere yukarı çıkıp inmeyeceklermi, ayrıca pilot dediğin
kalkışta bekler, şeytan azapta gerek deyip, hemen kaveye dalıp milleti
gazlıyorum, açılan havayla birlikte araçlara doluşup yola çıkıyoruz. Sanırım
bu sırada Uğur’lar açıkta kalmış ve vakit de geç olunca uçamayıp geri
dönmüşler .. Burada bir kez daha pilotlar için ulaşım imkanlarının önemini
vurgulamakta yarar var, özellikle uçuş olmayabileceği savıyla yukarı çıkmak
istenmeyişini doğru bulmuyorum, eğer uçabilme ihtimali varsa bu imkan
değerlendirilmeli bence .. Neyse allahtan tahminimiz doğru çıktı ve güzel
uçuşlar yaptık günün sonunda ..

İnişler ayrı bir maceraydı. Güvenlik açısından askeri alana inenler,
askerler “inecek herkesi bekleyip hepinizi toplu olarak dışarı salıcaz”
deyince ikinci uçuş fırsatını kaçırdılar. Ben normal iniş alanına yöneldim,
şimdi ilk defa inicem ya, dikkatli olmak lazım, baktım rüzgar çok etkili
görünmedi, dedim ben alanın dağa bakan tarafındaki yüksek teller üzerinden
değil de ana yol tarafından yaklaşayım daha güvenli olur, netekim son
bacakta içime hafif bi kurt düşmedi değil arka rüzgarla mı iniyoruz nedir
diye ama artık çok geç, son dönüşü yapıp hedefi karşıladım, palyeyi verdim,
ama nedense kanat o palyeden çıkmak bilmedi bi türlü, hızlandıkça hızlanıyo
meret, baktım olacak gibi değil, iniş frenini uygulayıp düşey hızımı
sıfırladım ama hala çok hızlıyım, iniş takımlarını açmayıp önce harnesin
koruması üzerine bir gövde inişi uygulayıp hızımı koşu hızına düşürdükten
sonra ayağa fırlayıp koşmaya başladım ama alanın ortasındaki kum yığınında
yokuş yukarı koşmak ne mümkün, tabii ki bütün gayretime rağmen iki adım
sonra tökezleyerek önce dizlerimin üstüne sonra da ellerimi koyarak hedef
noktasında secdeye gelmek suretiyle, kafama geçen kanat ve ipleri de
sayarsak, daha ilk inişimde karizmayı kameralar önünde sıfırlamış oldum
böylece ..

Neyse sonradan Kağan’ı gördüm dedim olm inişte sçtım, yok dedi esas beni
görcektin sen, ama dedim ben arka rüzgarla inişe kapaklandım, o da dedi
bişeymi, ben tellerin tozunu aldım ! Velhasıl abi kardeş inişi doğru dürüst
tutturamamışız bi türlü !

Ertesi güne yeni umutlarla uyandık. Sabah erkenden öğrenciler bi sorti
çıkmışlar yukarıya biz gidene kadar. Hava iyi görünüyor. Kalkışta baya bi
kalabalık toplanmış durumda, özellikle kulüpler kendi aralarında gayet
düzenli ve yardımcı oluyorlar. Talep eden olduğu sürece hiç kimse
birbirinden yardımını esirgemiyor, son derece güzel bir ortam var, ama arada
yeşil sahalarda görmek istemediğimiz manzaralar göze çarpıyor. Önce Korhan
kasksız kalkışa hazırlanan bir pilotu uyarmak zorunda kalıyor ve bizden de
fırçayı esirgemiyor: “yahu hep ben söylüyorum biraz da siz söylesenize”, biz
diyoruz üstad sen varken bize ne hacet ama yemiyo tabii .. Daha sonra arkada
sadece yer çalışması yapmak için hazırlanan ama kasksız, bacak kolonları
takılmamış bir arkadaşı görünce biz yine Korhan, abi bak filan diyecek
oluyoruz ama bu sefer ihale bize kalıyor ve gidip arkadaşları nazikçe
uyarıyoruz, pek memnun olmamakla beraber itiraz etmiyorlar ve vazgeçip
toparlanıyorlar.

Gün içinde havada konvektif hareket çok fazla, sağda solda Cb’ler oluşuyor,
hatta bir ara Spil’in güneyindeki bir Cb’nin yağışı altında kalıyoruz. Uzun
bir süre kalkıştaki brandaların altında kendimize yeni bir hayat kurup orada
ufak komünler haline geldik. Bir ara içerdeki 2 metreküp havayı 30 kişi
paylaşırken sigara içmeye çalışan bi arkadaşı tepelediğimizi hatırlıyorum.
Yağmurun hafiflemesiyle birlikte dışarı çıkanlar arasında “aa saçlarına bak
çok komik dikilmişler puhahaha”, “esas sen kendine bak muhahah” şeklinde
gaflet ve delalet içinde geçen konuşmaları duyunca ben hemen yere çömelerek
etraftakileri uyarmaya çalıştım ama millet paratoner gibi dolaşmaya devam
etti yine de .. türküz ya bize bişi olmaz mantığı işte ..
Bu arada kalkışta sığınacak yeterli araç olmaması hafif stres yarattı bende,
sordum, gelecekler, geliyolar, yoldalar filan derken yağmur başlayalı iki
saat olmasına rağmen gelen giden olmadı, sanırım burada da bir iletişim
eksikliği yaşadık ulaşım konusunda ..

Sonunda sabreden derviş muradına erermiş hesabı, yağmurun ardından hava
biraz açtı ve güzel bir uçuş yapma şansına kavuştuk. Ben havadayken güzel
termikler olmasına rağmen, çokta uzağımızda olmayan Cb oluşumlarının yerde
yaratacağı rüzgarları tahmin ederek uçuşumu kısa keserek indim. Ben kanadımı
toplarken batı rügarı şiddetini arttırmış ve havadakiler zorlu anlar
yaşamaya başlamıştı bile. Tam bu sırada dehşet içinde “hazır olan pilotlar
araçlara binsin, hava çok uygun kaçırmayalım” anonsunu duydum. Hemen daha
önceden tanımadığım bu arkadaşın yanına giderek, koşulların uygun olmadığını
özellikle inişte türbülans tehlikesinin yüksek olduğunu hatırlatmama rağmen,
anonsunu düzeltmeyi reddederek “siz merak etmeyin, görevli arkadaşlar durumu
değerlendirirler” diye beni yatıştırmaya çalıştı !. Allahtan daha sonra
yukarıya çıkmış olan Hakan İrtem ile telsizden konuşarak onları aşağıdaki
durumdan haberdar edebildik.

Bu arada yetersiz ve uygun olmayan malzeme ve eğitimle uçmaya çalışan
pilotlar sorununa gelirsek, bu konuda ben eğer mümkün ise uyarı konusunu o
kişinin beraber geldiği arkadaşlarına, kulübüne, eğitmenine bırakmayı tercih
ediyorum. Orada o kişiden sorumlu biri varken başkasının araya girmesi
genellikle yakışık almıyor. Ama tabii ki eğitmeni arkadaşı vs herkimse o da
bir aymazlık içinde ise o zaman gerekli uyarıyı hem pilota hem de
yanındakilere yapmak hepimizin görevi. Bunun örneğini başta Korhan olmak
üzere çoğumuz sergiledik sanıyorum. Bu tür uyarıları mümkün olduğunca bizzat
yerinde ve zamanında yapmak gerek. Ama daha önceki festivallerde kendisi o
kanatla uçmaması yönünde uyarılmış, eğitimindeki eksikler kendisine
hatırlatılmış olmasına rağmen, etrafındakilerin sözünü kulak arkası etmeye
devam eden ve uyarıların haklılığını atlattığı/atlamadığı kazalar ile
kanıtlayan kişiler hakkında birilerinin çıkıp uyarı yazısı yazmasını da
normal buluyorum. Dolayısı ile eğer bu konuda bir dava söz konusu olur ise
biz de çıkıp gördüklerimizi söyleriz mahkemede. Ayrıca savunma / söz hakkı
mahiyetinde yazılan yazı içerik açısından beni hiç tatmin etmediği gibi,
Akın’ın kınama yazısının altına ben de imzamı koyuyorum. Savunmadan çok
saldırı yazısına dönüşmüş olan yazının neresinden tutsam elimde kalıyor ama
özellikle iki noktaya değinmeden geçemeyeceğim:
– THK’ya gönderilen o nova phoenix eğer hiçbir tamirden geçmeden testten
geçerse bundan haberdar olmak istiyorum.
– Pilotun aşırı fren yaparak stall olmasına sebep olarak, önüne dalan başka
bir pilot hedef gösteriliyor ama ben oradaydım, normal bir pilotun o şekilde
tepki vermesini gerektirecek kadar yakında kimse gördüğümü hatılamıyorum.

Özet olarak Manisa şu haliyle öğrencilere çok uygun olmasa da, daha güvenli
bir iniş yeri ile çok daha güzel bir yer haline gelecektir, Manisa’lı
arkadaşların azmi ve iyi niyetini gördükten sonra bu konuda şüphem yok.
Bu arada hava şartları yüzünden tam hevesimizi alamadık ama ilk fırsatta
Manisa’ya tekrar gelip güzel uçuşlar yapmak için sabırsızlanıyorum.
Bizleri misafir ettiğiniz için tekrar teşekkürler

Erzincan

Erzincan’dan döndükten sonra kimi görsem bana gelip nerdeyse daha merhaba
bile demeden
“kaç km abi ?”, “Rekor var mı, kaç km gittin ?”, “nereye gittin ?” vs diye
soruyo .. ya bi durun bi delikanlı olun be yau ..

Artık nası şartlandıysa millet, kros bizden sorulur olmuş ! Gören de sanır
ki bu memlekette bizden başka kros giden yok, ondan sonra millet “cool
bunlar, adam kros gidiyo, bana yüz vermez” tribine giriyo :)

Yapmayın etmeyin gözünüzü seviim …
İşte gerçekler:

Continue reading “Erzincan”

Erciyes’ten uçmak

Erciyes’e ilk tırmanışımı 93 yılında yaptığımda, yamaç paraşütüne de daha
çok yeni başlamıştım. O zamanlar termik mermik bişi bilmediğimiz için tek
uçuş şekli, yüksek biyerden aşağıya süzülmek idi. Eh serde dağcılık da var
ya, bu ikisini birleştirelim erciyesten uçalım fikri tee o vakitlerden
aklıma girmişti. Yazın malum havada çok “türbülans” olduğundan bu işi kışın
yapmak, karlarda uçmak daha mantıklı geliyodu.
Kayak ve tırmanış amaçlı olarak sonraki seneler erciyese her gidişimizde ben
kanadımı da bişekilde götürüp hava müsaade ettiğince uçmaya çalıştım ama
maalesef koç dağından sembolik bir uçuş haricinde erciyesten uçmak bi türlü
nasip olmamıştı.

Esas gönlümde yatan aslan, çıkanlar bilir, erciyesin güney sırtlarından
havalanıp, dümdüz karlar üzerinde oynaya oynaya sultan sazlığına kadar
2000mt kadar irtifa farkını uçarak inmek idi.

O zamanlar bu telesiyej filan da çalışmadığından, tek ulaşım şekli yürümek
idi.
Bir keresinde otellerden çobanini’ne (ikinci istasyondan daha ileride) kamp
yükünü çıkardıktan sonra koşa koşa aşağı inip kanadı alıp aynı yolu tekrar
çıkmıştım ama hava karardığı için uçuş ertesi güne kalmıştı, ertesi gün de
tipi başlayınca kanat elimde patlamıştı.

Başka bir sefer de kanadı oflaya puflaya ikinci istasyona yakın bi yerlere
çıkarıp kuşanmıştım ama hem eğim hem de arka rüzgar yüzünden kanat aşağı
kayıp ayaklarıma dolanıyodu, sonunda halime acıyan bikaç kayakçı yardıma
koştu, dedim aynen uçurtma gibi, ben iplere asılınca bırakıvericeksiniz,
sonra bi depar, yolun yarısını ben önde kanat arkada-yerde koştum, ben
yorulunca kanat yerde kayarak yanımdan beni geçti .. bi yandan höyn höynk
diye nefes nefeseyim diğer yandan nası küfrediyorum, o kadar olur.

Şimdi bu erciyesin kış rüzgarı maalesef uçuşa pek uygun değil. Genellikle
kuzeyden esiyor ve uçmak istediğiniz yöne göre sol arkadan geliyor. Güney
estiğinde de sağ arkadan gelesi var ama kuzey rüzgarına göre daha uygun.

Yıllar içerisinde öncekilere benzer birkaç başarısız denemem daha olduktan
sonra bu takıntıma baya bi ara verdim, taa ki erciyese yeni telesiyej
yapıldığını duyana kadar.
En azından artık acılı yürüyüşler yerine birkaç dakkada yukarıya kanadı
çıkarmak mümkün olacaktı. Hem zaman içerisinde telesiyej teknolojisiyle
beraber yamaç paraşütleri de gelişmişti, artık daha kolay havalanıp daha iyi
süzülüyorlardı, ayrıca aradan geçen 10 senede biz de pilotajımızı
ilerletmiştik netekim .. Velhasılkelam yakın zamanda öğreneceğim acı gerçek
pilotajın değil, 10 sene önceki kadar iyi koşmanın daha önemli olduğuydu.

Bu sene ilk olarak geçen bayram kayseriye niyetlenmiştik ama batıda iyi
giden havalar sağolsun, kayseri planı bu bayrama kaldı. Kanatları,
snowboardları arabaya yükleyip yola koyulduk, ben de bi heyecan bi gaz
sormayın gitsin, 10 senelik hikaye ne de olsa ..

Erciyese ilk saldırı: oteller bölgesindeyiz ve rüzgar sıfıra yakın, ilk
istasyon görüş alanında ikincisini sis kapatmış… hemen
telesiyeje..binemiyoruz çünkü kuyruk var ! sıra bize gelip de telesiyeje
bindiğimizde ise rüzgarın pek de sıfır olmadığını aksine kafadan ve pek de
soğuk estiğini farkediyoruz. İlk istasyonda indiğimizde hiçbirimiz rüzgarın
bariz arkadan estiğini kabullenmek istemiyor. Ben ve Tankut temkinli
yaklaşımla beklemeyi tercih ederken Yiğit, “abi biraz koşarız bi havalandım
mı gerisi kolay” filan diyor, benim ise gözümde canlanan tek görüntü yıllar
önceki arka rüzgar deneyimlerim .. kös kös aşağı iniyoruz, en çok koyan da
telesiyejle inerseniz çıkış kartına bi delik daha basıyolar, uyuz oluyoruz,
zaten uçamamışız …

Erciyese ikinci saldırı: hava süper, görüş açık, bu sefer Tankut’la ikinci
istasyona çıkıyoruz. rüzgar güney, uçuş rotamıza tam sağdan geliyor.
Telesiyejden indiğimiz yerden biraz yürüyüp kalkışa uygun biyer buluyoruz.
Rüzgarın geldiği yöne doğru uzanan bi burun, önünden daha alçak bir sırt
geçiyor, ikisinin arasındaki ufak vadi bulunduğumuz noktada çanak şeklinde
kapanıyor ve rügarı tam kafadan görüyor. Yapmamız gereken, çanaktan vadinin
içine havalanıp, önümüzdeki sırtı takiben sola doğru burunu dönmek ve
otellere süzülmek .. bizi tek düşündüren önümüzdeki sırtın ne kadar rotor
yapacağı .. Ben önden havalanıyorum, rotor riskine rağmen sırta yakın
uçuyorum ki çakarsak yüksekten çakmayalım, altımızdaki karın yumuşaklığına
güveniyorum. Tahminim ettiğim gibi rüzgar yumuşak yerşekillerini
takibediyor, rotorsuz ama rüzgaraltında bol bol bastırıcı var. İçine
kalktığım vadiyi geçip burunu döndükten sonra rahatlayıp o anın önemini
hatırlıyorum: sonunda erciyesten adam gibi uçmayı başadım :) Uçuş boyunca
manzarayı doyasıya seyrediyorum, bi daha bu fırsat ele geçer mi bilinmez ..
Tankut ne yaptı acep diye arkaya bakınırken batan güneşin önünde tankutu
seçiyorum, o da havalanmış, geliyor ..

Erciyese üçüncü saldırı: Önceki günkü uçuşun sarhoşluğunda şansımı
zorluyorum. Bu sefer tek başımayım, rüzgar yine kuzey ve arkadan, ve birinci
istasyondayım. Kanadı açıp kuşanıyorum, ortalama 15km/h rüzgar, kalkış
yapacağım yöne göre sol arkadan esiyor. Kanadı yokuş yukarı çekip tepeye
aldıktan sonra koşarak dönerek havalanıcam .. yani plan böyle … ilk
denememde bunun o kadar da kolay olmayacağını görüyorum, bi kere yokuş
aşağı esen rügarda kanat tam tepenize gelmiyo, hafif geride kalarak hemen
düşmek istiyo. Bunun rüzgarın esiş açısından (aşağı doğru) kaynaklandığını
düşünüyorum.
Defalarca denedikten sonra nihayet kanadı tepeme düzgün getiriyorum ve yokuş
yukarı rüzgar içine koşmaya başlıyorum, hemen sağa kırıp gözüme kestirdiğim
kalkış eğimine doğru dönüyorum, arka rüzgarı almaya başlayan kanat tepemde
yumuşuyor, bayılmasın diye topuklarım kıçıma vura vura depar atıyorum, tam
artık nefesim kesilecekken kanat taşımaya başlıyor ve yine havadayım.
Elalemin bu işi niye 15 kiloluk harnesslerle değil de gömlek harnesslerle
yaptığını şimdi daha iyi biliyorum !
Şu anki problem, aşağıdaki otellere kadar süzülebilecekmiyim, çünkü eğim az
ve yere yakınım. Yaklaşık 400mt gibi bir mesafeyi yerden 1 mt, hatta zaman
zaman harnesin altını karlara sürte sürte gidiyorum. yere bu kadar yakın ve
arka rüzgarla hızla süzülmek müthiş bi zevk ! sonunda eğimin daha da
azaldığı bir yerde karda uzun bir iz bırakarak iniyorum.

Bu, sadece işin başlangıcı idi. Şimdi sırada erciyesin güney sırtlarından
havalanmak, Ali dağından havalanıp trans Erciyes yaparak Develi tarafına
inmek, hatta hayal etmek parayla olmadığından erciyes zirveye top landing
yapmak var. Elalem Mont Blanc’ın tepesine top landing yapar da biz erciyese
konamazmıyız ?

Uçuş istatistikleri

Bu arada uçuş istatistikleri demişken bi an ben ne yaptım diye düşündüm de
.. Sezon boyu istanbulda uçuş sayım bi elin parmaklarını geçmiyor, onlar da
genellikle Ormanlı zaten, çatalca nerdeyse hiç yok, haftasonları hep şehir
dışında geçmiş, en çok denizliye gitmişim (5 kez filan), bütün sezon boyunca
sadece 3 haftasonu uçmadan evde oturmuşum (muhtemelen hava kötüdür), sezonun
en iyi (süre+mesafe) uçuşlarını Kayseri Pre-PWC’de yapmışım, millet avrupada
en iyi uçuş sezonunu geçirirken (mont blanc’a top landing yaptılar) biz bi
türlü 100+ yapamamışız …

Diyeceğim odur ki uçuş sezonu boyunca istanbulda oturmak zarar ziyandan
başka bişi değil (iş, eş, vs gibi geçerli bahanesi olanlara sözüm yok :)
Hatta ufak ufak kış sezonunda güney yarıküreye gözümüzü çevirsek mi nedir ?
Bi arkadaşım internetten aşırı ucuza uçak bileti bulunabildiğini söylemişti,
belki makul bişiler bulabiliriz ..

Bu arada önümüz bayram, biz geçen bayram niyetlenip de yapamadığımız kayseri
planını bu bayram gerçekleştirmek niyetindeyiz: ali dağ, erciyes ve
kapadokyada uçuş, hava kötü olursa erciyeste snow board ve kayak imkanı,
kayseride pastırmalı kahvaltı ve mantıları da unutmadık tabii Pre-PWC’den.

Yo xrossa peepol, I’m tolkin to yo

Herkesin geçmiş bayramını kutlar, bayram tatilinizin bizimki kadar verimli
ve eğlenceli geçmiş olduğunu umarım.

Genel hatlarıyla özetlersek; önce Bozdağ’da sevgili Burcu’nun gayretleriyle
gerçekleşen büyük buluşmanın ardından, AkcalarBros & Retired Buhak & Semih
the Professional Xrossa, Deniz Erenler & Yurdaer Etike & Dr. Mahmut Coskun
Rallye Team ve Akın’s Family olarak Denizli yollarına düştük. İlk gün o
kadar iyiydi ki bir gün daha kalmaya karar verdik. Bu arada bizim deli
kayseri planı yeterli adam kandıramamız nedeniyle suya düşerken Semih’ten
gelen Çal & Üzümlü teklifi öne geçti. Çal dağında biz tçımızı kaldırana
kadar kalkışı bulut kapadığı için uçamadık ama ertesi gün Üzümlü’de Xrosun
gözüne verdik. Süper bir yer, süper bi bölge, fotoğraf ve videolar pek
yakında bizim sitede, azss sonra … Hatta üzümlü’de dağın dört bi yanına
adam serpiştirdik ki bölgenin en ulaşılmaz, en inilmez, inilse de en
yürünmez bölgelerini iyice öğrenelim … Dönüş yolunda da denizliye bir defa
daha uğrayarak işin çokunu çıkartan ekibimiz, hemen her gün bulut tabanı
(Çal dahil:) yapmış olmanın verdiği mutlulukla İkbal’deki yemek ile son
noktayı koydu.

Birçok kişinin ilk Xrosunu yaptığı, ilk termiğini döndüğü, bu yolda tepenin
yarısına, arkasına inip yürüdüğü, azmedip yine uçtuğu bu gezide yaşanan
birçok macera oldu: Deniz’in sabah gaste keyfi, Tandır nerde yenir nerde
yenmez, Oba’daki villalarımızda ikiz yatakta kimler yattı, Çökelez’in
arkasına -200mt BTO ile nasıl geçer, ordan geriye nasıl dönersiniz,
Fethiye’de seyrettiğimiz süper hatun kimdi, Xrossa peepol üzümlü zirvesinde
nasıl stres attı, vs vs, onları da yazarlarsa arkadaşların kendi kaleminden
okuruz umarım.